31 Mayıs 2012 Perşembe

Focaccia ( italyan yassı ekmeği)

Bugün bir kez daha anladım ki ben anne olmamalıymışım. 
Ne bu şimdi değil mi?
Zor, çok zor annelik...Pazartesi çalışma hayatına geri dönmem lazım. Biraz ani bir geri dönüş olmak durumunda kaldı ve ben buna hiç hazır değilim. Hoş, belki asla "evet, hadi bakalım ben hazırım, ayrılalım annecim" diyemeyecek biriyim ama bu da çok ani olmadı mı?
Uzun lafın kısası karaları bağlamış, salya sümüğe vurmuş durumdayım. Çok fenayım...
Koskoca bir yengeç kadınıyım ben, sonuna kadar hem de. Bir sürü çocuğum olsun, ben onlara yemekler pişireyim, hep birlikte mutlu olalım, kabile kabile yaşayalım istiyorum. Yeterki onlardan ayrılmayayım...Yeterki gözbebeğim,  gözümün önünden bir yere ayrılmasın. Ama böyle bir dünya yok biliyorum. 
Kötüyüm, kötü...
Karmakarışığım. 


Havamı dağıtmak, başka şeylerle meşgul olmak adına oturdum bilgisayarın başına ama direk malum konuyla giriş yaptım yine. 






Çok güzel bir ekmek tarifim var bugün, focaccia yani İtalyan yassı ekmeği. Elimde ekmek yapmayı sevdiğimi daha önce belirtmiştim. Bu da onlardan, üstelik çok lezzetli ve basit bi ekmek. Sonucu da memnuniyet verici. Biz beğendik, siz de bi deneyin bakalım beğenecek misiniz?
Ekmeğin özelliği üzerine muhakkak deniz tuzu ve zeytinyağı sürülmesi. Ayrıca İtalyanlar bu ekmeğin üzerine sarımsak, parmesan, kuru domates, kekik, dilimlenmiş zeytin, soğan halkaları,taze adaçayı gibi aklınıza gelebilecek envai çeşit şeyi koyabiliyorlar. Sandviç şeklinde de tüketilebilen güzel bir ekmek oluyor.

  • 3 su bardağı beyaz un
  • 1 tatlı kaşığı kuru instant maya
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 su bardağı su
  • 3 çorba kaşığı süt
  • 3-4 çorba kaşığı zeytinyağı
Üzerine:

  • 1 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı kuru fesleğen
  • 1 tutam deniz tuzu
Unu, tuzu ve mayayı karıştırın. İçine su, süt ve yağı ekleyerek 10 dakika yoğurun. Yumuşak formlu bir hamurunuz olacak.
Hamuru üstü nemli bir bezle örtülü bir şekilde 1-2 saat kadar ılık bir yerde bekletin.


Bu süre sonunda hamurunuz en az 2 katına çıkmış olmalıdır. Unlanmış tezgaha alın ve gerektikçe eliniz unlayarak hamuru yoğurun. Hamura yassı elips yada yuvarlak şeklini verdikten sonra üzerinde parmağınızla gözenekler oluşturup yarım saat daha dinlenmeye bırakın.








Üzerine bir fırça yardımıyla zeytinyağı, deniz tuzu ve fesleğen yada arzu ettiğiniz herhangi başka bir malzemeyi de ekleyin.



Anne fırını önceden çalıştırmayı unutmuş, bu arada fırının ısınmasını bekleyen ekmeğimiz kabarmaya devam etti...



230 derece önceden ısınmış fırında yarım saat kadar pişirin.10-15 dakika kadar dinlendikten sonra focaccianız yemeye hazır, afiyet olsun.



Benim elipsim biraz yamuk bir elips olmuş sanırım...



29 Mayıs 2012 Salı

Kıymalı kabak sandal


Kıymalı yazdım, ama aslında ben bizzat et koydum içine. Kıyma koymak yerine etler biraz ağza gelsin istedim ve eti elimde keskin bir bıçak yardımıyla kıydım. Hatta bu kez daha fazla büyük bıraktım etleri. Elbette bu şekilde uğraşmak yerine kıyma kullanılabilir. 
İlk alinazik yaparken keşfetmiştim elde eti kıymayı, o zamandan beri bazı yemeklerde kullanıyorum bunu. Bazı bazı etin bu şekildeki iriliği güzel oluyor, yakışıyor kimi yemeklere. Üstelik zor da değil, gereken sadece keskin bir bıçak.

  • 4 tane kabak
  • 350 gr kadar kıyma yada elde çekilmiş et
  • 2 tane soğan
  • 1 tane domates
  • 2 diş sarımsak
  • 1 tatlı kaşığı biber salçası
  • 1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
  • 1 tatlı kaşığı kuru fesleğen
  • tuz
  • zeytinyağı
  • 1 kase rendelenmiş kaşar peyniri

Kabakları soyup, ortadan ikiye bölerek içlerini temizliyoruz. Çıkan içleri yoğurtlu kabak salatası yada mücver yapımında yada arzu ettiğiniz herhangi bir yerde kullanabilirsiniz. Ortasını aldığınız kabakları tuzlu kaynar suya batırıp 2 dakika kadar bekletip çıkarın. Zaten ellerseniz kendilerini belli ediyorlar. Sakın çok bekletmeyin hemen yayılırlar, zaten kabak bu kolay pişen bir sebze.
Tuzlu suya koyma sebebimiz kabağın tadını bulması.
Kabakları fırın kabına alın ve iç malzemeyi hazırlayın. Bunun için kıymayı kavurun. İnce doğranmış soğan ve sarımsağı da ekleyin. Ardından domatesi, salçayı, tuzu, biberini, fesleğenini de ekleyip altını kapatın. Hazırladığınız içi kabaklara paylaştırın. 
En üste kaşar peyniri serpin ve önceden ısıtılmış 180 derece fırında kaşarlar eriyip üstü kızarana kadar pişirin.


28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kuzu kulağı çorbası


İçinde bulunduğumuz aylar bu otun toplanması ve tüketilmesi açısından en uygun aylar. Ekşimsi tadı  olan, dayanıklı güzel bir ot.  Benim keşfim de uzun zaman öncesine dayanmıyor.  Geçen yıl farkettik ilkin, salatasını yaptık yedik bol bol. Bu yıl da "değişik çorbalar yapmalıyım" macerama katıldı sevgili kuzu kulağı. Başarılı bir çorba olduğu kanısındayım. Yılın bu zamanlarında faydalı olan bu otu tüketmenin hem farklı bir yolu, hem de çorba konusunda sofrada farklı bir alternatif...

Ancak bu otu romatizma, gut ve böbrek hastaları tüketmemeliymiş, duyurulur.
Faydası nedir derseniz; içinde bol miktarda C vitamini var.
Dişlerimiz ve diş etlerimiz için faydalı, özellikle diş eti çekilmesi olanlar için.
Bağırsakları yumuşatarak kabızlığa iyi geliyor. Bir de böbrekleri çalıştırıyor, idrar söktürücü etkisi var. 

  • 1 bağ kuzu kulağı
  • 1 çay bardağı haşlanmış nohut
  • 1 çay bardağı erişte
  • 1 su bardağı yoğurt
  • 1 yumurta
  • 1 yemek kaşığı un
  • tereyağ+ zeytinyağı
  • tuz

Kuzu kulağını yıkayıp, ince ince doğrayın. Tencerede yağı eritin ve üzerine doğradığınız otları atıp kavurun.
Otların rengi dönmeye başladığında 2 su bardağı kadar sıcak su ekleyin. Su kaynadığında elinizle bir parça daha kırıp ufalttığınız erişteleri ve haşlanmış nohutu ekleyin. 
Ayrı bir yerde yoğurt, yumurta ve unu karıştırın.
Malzemeler piştiğinde tuzunu ekleyin. Yoğurtlu karışımı azar azar ve sürekli karıştırarak çorbaya ilave edin. Koyuluğunu beğendiyseniz bir taşım daha kaynadıktan sonra ocaktan alın. Aksi takdirde bir miktar daha sıcak su ekleyebilirsiniz. 


Ben yine dayanamayıp üzerine tereyağında toz kırmızı biber gezdirdim, çok seviyorum bu tadı sanırım. Siz de seviyorsanız tavsiye ederim.
   

Naz' la parmak boyadan kelebek ve tavuk yaptık

 Parmak boya gördü mü deliren bir kızım var benim. Müthiş bir keyif alıyor onlara parmaklarını batırıp batırıp her yanını boyamaktan. O boya kutusunu gördüğü, bulduğu yerde şartlar ne olursa olsun alır bana getirir  açmam için... Açarım ben de, neşeyle, şarkılar söyleye söyleye ve de heryerimizi batıraraktan yaparız boyamızı. 
Evet bazı anneler biliyorum, "heryerini batırmışsın, bu ne hal böyle, böyle şey mi olur..." diye çocuğuna çıkışan. Daha çok yeni yaşanmışlığı var. Hiç öyle annelerden olamayacağım çok şükür ki. Gerekli şartları sağladıktan sonra eviniz hiç batmaz. Boya işlemi bittiğinde de banyo yapmak yine işin eğlenceli kısımlarından. Naz banyoya gireceğini anladığında sevinç çığlıklarını koyveriyor. Zaten önemli olan onun duyduğu mutluluk. O yaptığımız işten bu kadar keyif alıyorsa bir anne olarak ben daha ne isterim...






Minicik parmaklarını boyaya batırıp çılgınlar gibi neler neler çiziyor o parmaklarla. Nasıl mutlu oluyor...




Bu çalışmalarda tek yaptığım doğru yere basmasını sağlamak ve üzerine bazı çizgileri çekmek oldu. Onun dışında istedim ki herşeyini o yapsın, bugünlerden güzel de bi hatıra kalsın. Bu gidişle çoook hatıramız olacak, orası kesin... 





 Bu da annesinden çılgınca kaçan Naz hali. Evdeki merdivenleri çıkmayı öğrenmiş, arkasından "gel annecim, Nazcım" diye bağırdıkça daha da hızlı gidiyor. Hem de sevinç çığlıkları atarak. Büyüdükçe, bizi anladıkça herşey daha da zevkli bi hale geliyor. Onunla yapabileceğimiz şeyler, paylaştığımız zaman artıyor. Henüz 13 aylık bir bebeğin çevresinde olan biteni bu kadar çok anlayabileceğini bilmezdim. Her geçen gün yeni şeyler öğreniyor ve bizi şaşırtıyor hafızasına kaydettikleriyle. 




Ve anne olduktan sonra anladığım kocaman bir gerçek, çocuğunuza doğduğu günden itibaren şekil veren sizsiniz. Yani o aslında sizin yansımanız. Ona ne verirseniz onu alıyor. Başkası yalan. Hani bunları hep televizyondan öğreniyor falan... Koymayın şu çocuklarınızı televizyonun  önüne bu kadar. Daha bir çizgi film izlemişliği yok benim kızımın. Yaşıtları pepenin gecesini gündüzünü takip ederken... "Yemek yerken de mi izlemiyorsunuz?" Hayır izlemiyoruz, çünkü biz yemek yemeyi asla bir oyun haline dönüştürmedik. İlk günden beri en çok buna önem verdim. Yemek saati geldiğinde o da bizimle mama sandalyesine oturur, birlikte yemeğimizi yeriz ve biter. Yemek yemek bir oyun değildir çünkü, eğer oyun olursa, karşısında maymunluklar yapan birileri varsa yada  televizyon izlerken yiyorsa yaptığınız sadece ağzına bişeyler tıkmaktır.  Çocuğunuz ne yediğinin farkında bile değildir. 


Güzel haftalar olsun. 

27 Mayıs 2012 Pazar

Otlu börek ve peynirli-patatesli börek

Geçtiğimiz hafta içinde sevgili eşim işi gereği birkaç günlüğüne İzmit' e gitmek durumunda kaldı. Malum İzmit' in pişmaniyeleri meşhurdur. Bizim çocukluğumuzda yok muydu böylesi yada vardı da biz mi bilmiyorduk acaba? Çocukken de çok severdim ama bunlar başka güzel. Pişmaniyeleri çikolatayla kaplamışlar ve harika bişey yapmışlar diye düşünüyorum. Zaten görüntüsü insanı yemeye davet ediyor. 



Pek de haksız sayılmam hani...

Gelelim geçen gün çayın yanına ne yesek dediğimiz anda imdadımıza yetişen buzluk böreklerimize. Benim mümkün mertebe buzluğumda pişmeye hazır bekleyen böreklerim vardır. Hani acil bi misafir gelir, ansızın canımız ister falan diye. Çalışan kadının her zaman pratik olması lazım ki hayatı kolaylaşsın. Üstelik bana kalırsa bu şekilde buzlukta bekleyen börek daha bi çıtır çıtır daha bi lezzetli oluyor.
Yapabileceğiniz en pratik böreklerden birisi olacağını söyleyebilirim.
Ben biraz otlu biraz da peynirli patatesli yapmıştım.





Peynirli patatesli börek için:
  • 3 yufka
  • 1 yumurta
  • 1 su bardağı yoğurt (ben yoğurdu biraz açmak için bi miktar su koyuyorum içine)
  • yarım su bardağı sıvı yağ
  • 5 tane patates
  • 1 kase beyaz peynir


Otlu börek için:

  • 3 yufka 
  • 1 yumurta
  • 1 su bardağı yoğurt
  • yarım su bardağı sıvı yağ
  • mevsimine göre herhangi bir ot tercih edebilirsiniz. Ispanak, pazı, ısırgan, dereotu, maydanoz...
  • Yeşil kısmından pırasa yada az yağda kavrulmuş kuru soğan
  • 1 kase beyaz peynir
  • zeytinyağı
  • tuz, pulbiber

 Yoğurt, yumurta ve yağı güzelce çırpın. Tezgah üzerinde bir yufkayı açıp üzerine yoğurtlu harçtan sürün. Harcı bol sürmekten çekinmeyin.
İnce doğranmış otları, kavrulmuş soğanı zeytinyağını, tuzu ve pulbiberi bir kapta güzelce harmanlayın. 
Sonra yufkayı ikiye katlayıp düz kenarına iç malzemeden bir sıra koyun. Kenarlarını içe katlayıp sigara böreği gibi sarın.







 Sonra yaklaşık 4 parmak genişliğinde kesin. Bu şekilde yan yana dizerek buzdolabı poşeti ile buzluğunuza  kaldırabilirsiniz. Yada hemen tüketmekten yanaysanız ki ben böreklerin bir süre beklemesinden yanayım, harcını içine çekmesi böylece daha nefis bişi olması için.
 Peynirli-patatesli börek için de önce patatesleri haşlayın, haşlanmış patatesleri  ezin ve içine beyaz peyniri ekleyin. Peynirin tuzu yeterli geleceğinden ben ayrıca tuz kullanmıyorum.
Aynı safhalar bu böreğimiz için de geçerlidir.
180 derece önceden ısıtılmış fırında üstü kızarana kadar pişirin. Ben üzerine yumurta sürmeyi pek sevmeyenlerdenim, dilerseniz kalan yoğurtlu harcınızdan sürebilirsiniz. 




Fotoğrafta görülenlerin de üzerine hiçbirşey sürülmemiştir. Zevk meselesi, siz nasıl seviyorsanız öyle pişirin.

24 Mayıs 2012 Perşembe

Akıtma



Bu aralar peynirden pek hazzetmeyen kızıma, arasına peyniri sarıp sarıp afiyetle yedirdiğim harika bi kahvaltılık...
Krepten farkı içine yağ ve maya girdiğinden daha süngerimsi daha yumuşak bir dokusu var, krepten de daha doyurucu bence. Ve krepten daha fazla lezzetli...
  • 1 su bardağı süt
  • 1 su bardağı un
  • 2 yumurta
  • 3 yemek kaşığı sıvı yağ
  • 1 çay kaşığı instant kuru maya
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 1 çay kaşığı şeker
Bütün malzemeleri çırpma teli kullanarak güzelce çırpın. Krep tavasına çok az bir miktar yağ, ardından da bir kepçe akıtma hamurundan koyun. Sağa sola hareket ettirerek hamurun yayılmasını sağlayın. Arkalı önlü olmak üzere hepsini aynı şekilde pişirin.



Eşimle en sevdiğimiz hali; sofrada ne varsa doldur hali...




Arasına kendi ellerimle ve yeni yaptığım çilek reçelimden sürmeyi denedik, nefis oldu.


Ve lütfen, önemle rica olunur, içine nutella sürerek deneyin bir de...Doyamayacaksınız...



                            Regaib Kandiliniz mübarek olsun.

22 Mayıs 2012 Salı

Patates çorbası



Çorbayı içerken aldığınız hafif kavrulmuş soğan tadı ve ona eşlik eden mükemmel sarımsak aroması, ağzınıza gelen küçücük küpler halindeki patatesler, çorbayı iştahla kaşıklayan ev halkı, gülen yüzler ve sonuçta mutlu bir siz.. 
Aynı zamanda bir çorbadan beklenmeyecek ölçüde müthiş bir doyuruculuk...
Ve yine kısa süren, pratik bir deneyim... 
Özeti bu...
Hepsi bu...

  • 2 tane orta boy patates
  • 1 tane kuru soğan
  • 2-3 diş sarımsak
  • tereyağ+ zeytinyağı
  • 1 bardak kadar yoğurt
  • 1 yumurta
  • 2 yemek kaşığı un
Üzerine:

  • tereyağ
  • pul biber
Küp küp doğranan soğanı ve sarımsağı yağda kavurun. Fazla kavrulmasına izin vermeden küçük küpler halinde doğradığınız patatesleri ekleyin ve kavurmaya devam edin. Patateslerin üzerine iki bardak kadar su koyun ve pişmeye bırakın. 
Bu arada yumurta, un ve yoğurt üçlüsünü güzelce çırpın. 
Patateslerin pişip pişmediğini kontrol edin.Yoğurtlu karışımın üzerine çorbanın suyundan ilave edip ılıklaştırarak ve sürekli karıştırarak çorbaya ekleyin.
Bir iki taşım daha kaynadıktan sonra ocaktan alın.




Servis yapacağınız kaselere pulbiberli kızgın tereyağınızı da "cosssss" ettirdikten sonra afiyetle kaşıklayın çorbanızı. 

İç baklalı enginar



Enginarı ilk kez baklalı yaptım ve bu birlikteliğe, bu mükemmel uyuma bayıldım. 
Baklanın enginara bu kadar yakışacağını hiç düşünmemiştim. Buzdolabını açıp şöyle bir göz gezdirdikten sonra "neden olmasın" diyerek aldım iki poşeti de elime. Yani elbette rast gelmişliğim var, ismine aşinayım ama bunca zamandır enginarı baklasız tüketerek kendimize büyük haksızlık yapmışım...
Bana kalırsa bezelye, patates ve havuç üçlüsünden daha büyük bir uyum sergiliyor bakla ile enginar. Bakla o ekşili suya hemen nasıl alışıveriyor, nasıl yanaşıyor yaklaşıyor enginara anlatamam.





  • 1 kase kabuklarından ayrılmış iç bakla
  • 5 tane enginar
  • 4 tane havuç
  • 2 tane kuru soğan ( varsa arpacık soğan tercih edin, daha çok yakışır, on tanesi yeterli gelir)
  • zeytinyağı
  • dereotu
  • tuz
  • 1 yemek kaşığı un
  • 1 limon suyu
Geniş bir tencerede soğanı zeytinyağında kavururken içine verev kesilmiş havuçları ekleyin ve kavurmaya devam edin. İç baklayı da ekleyip şöyle bir iki karıştırdıktan sonra üzerine iki bardak kadar suyu ekleyin. Hemen ardından enginarları ve tuzunu da ekleyip kapağını kapatıp pişmeye bırakın.
Hiç şüpheniz olmasın, enginar, bakla ve havuç üçlüsü aynı anda pişecektir, kimse birbirini bekletmiyor bu yemekte.
Bu arada un ve limon suyunu ayrı bir kapta buluşturun.
Pişen enginara bu karışımı azar azar ve yemeğin suyuyla buluşturarak ilave edin. Bir taşım kaynadıktan sonra ocaktan alın.
Servis yaparken kıyılmış dereotunu eklemeyi unutmayın.



21 Mayıs 2012 Pazartesi

Tavuklu patatesli bezelye ve cacık



Bezelyenin kendi başına tadını pek sevmiyorum açıkcası. O yüzden tek başına bezelye pişirmişliğim yok denecek kadar azdır. Ama onun nimetinden de faydalanalım diye bazı yemeklere ekliyorum. Bu da onlardan biri oldu. Tavuklu patatesi pek severim, araya karışan bezelye de zevkle tüketildi tarafımdan...

  • 1 kase bezelye
  • 2 tane orta boy patates
  • 1 tane kuru soğan
  • 2 tane tavuk budu (baget olanlardan, aslında tavuk göğsü de tercih edilebilir ama ben onun çok lezzetli olduğuna, yemeğime de lezzet kattığına inanmıyorum. çoğunlukla da tercihim göğüs etinden yana değildir)
  • 1 tatlı kaşığı domates salçası
  • 1 tatlı kaşığı biber salçası
  • 3 diş sarımsak
  • zeytinyağı
  • tuz
 Kemiğinden ayırdığınız tavuk butlarını kuşbaşı olacak şekilde doğrayın. Ben kemiklerini de ekledim yemeğe lezzet versin diye, pişince çıkarabilirsiniz. Zeytinyağında etleri kavurmaya başlayın. Kavrulan etlere doğradığınız soğanı ve sarımsağı ekleyin. Salçayı, küp küp doğranan patatesi ve bezelyeleri de ekleyin ve üzerine bir miktar sıcak su ve tuz ilave edin. 
Sebzeleriniz  piştiğinde ocaktan alın.


Biz yanında cacıkla çok beğendik. Hatta Naz en çok cacık eşliğinde patates ve bezelye yemekten hoşlandı diyebilirim. Mevsimi de geldi artık tanıştırdım minik kuşumu salatalıkla, çook sevdi. Her gün bir tane veriyorum eline zevkle yiyor. 

  • 1 kase yoğurt
  • 2-3 tane salatalık
  • 2-3 diş sarımsak
  • kuru nane
  • zeytinyağı
  • tuz

Salatalığı cacığa eklemek için iki yol var; ya küçük küpler halinde doğrayacaksınız yada rendeleyeceksiniz. Ben küçük küçük doğrandığı zaman daha çok seviyorum. Ama Naz' ın daha kolay yiyebilmesi için bizim evde şimdilik rendeleme yöntemi hüküm sürüyor. 
Dövülmüş sarımsağı, tuzu, salatalığı ve naneyi yoğurtla karıştırın.  Servis yaparken üzerine zeytinyağı gezdirin. Afiyet olsun.

18 Mayıs 2012 Cuma

Ezogelin çorbası


Çorbalar soframızın vazgeçilmezlerinden...
Aslında buzdolabındaki malzemeler belirliyor o gün hangi çorbayı yapacağımı. Bazen yaptığım yoğurdun suyu kalıyor dibinde fazlasıyla, o zaman yoğurtlu bir çorba yapılacak demektir. Bazen bir gün önceden haşlanan tavuğun yada etin suyu oluyor, yada haşlanan makarnanın veyahut mantının suyu... Yada evde kalan birkaç sebzeyle hemen oracıkta oluşturuluveren sebze suyu... Size de tavsiyem bu kıymetli suları mümkün mertebe değerlendirin, asla atmayın. Vitamini ve çorbaya kattığı lezzet elbette tartışılmaz. 
Üstelik Naz içtikçe içim dinleniyor adeta ve "oh, yarasın kızıma, şifa olsun " seslerim yükseliyor her defasında. 
Şahsen ben öyle et suları, sebze suları yada şu vitaminler, bu florlar, o demir ilaçlarıyla büyümedim. Gayet de sağlıklı bir bünyeyim şükürler olsun ki... Bizler bu kadar şanslı değildik diyeceğim ama galiba bizler çook daha şanslıydık. Yediğimizin, içtiğimizin şüphesini duymazdı anne babalarımız...Herşey bu kadar bol ve ucuz değildi ama lezzeti garantiydi, GDO' suzluğu  yada katkısızlığı da. Hiçbirşey bu kadar UHT değildi mesela. Yoğurt ekşir, süt bozulur, kiraz kurtlanır, sucuk mis gibi kokar, kimsenin aklına yüzde yüz dana mı acaba diye bir soru gelmezdi...
Elimden geldiği kadar doğal beslemeye çalışıyorum sevdiklerimi. Mevsimsiz hiçbirşeyi sokmuyorum eve, pazardan alışveriş yapıyorum ve alırken en küçüklerini, en boyutu, şekli birbirinden farklı olanı, mis gibi kokanı almaya çalışıyorum. 
Ekmeğimi kendim yapıyorum, kah makinede, kah elde yoğurarak. Kefirimi ve  yoğurdumu da.
Bahçemde salata malzemelerimi, soğanımı, biberimi yetiştiriyorum. Limon ağacım var bir de iki yıldır bizimle ama kendisinden hala bir haber alınamıyor. Nedendir bilmem, biz yüzüne baktıkça o meyvelerini atıyor aşağı.
Ama ben hala umudumu kaybetmedim, bir gün yiyeceğiz o limonlardan. Ağzını yüzünü buruştura buruştura limon yemeye bayılan kızım yiyecek bir gün o limonlardan...
Evde kalan et suyundan şöyle güzel bir ezogelin yaptım ben de, bol limonla ve afiyetle yendi.
  • 1 su bardağı kırmızı mercimek
  • 5 yemek kaşığı pilavlık bulgur
  • 1 yemek kaşığı pirinç
  • tereyağ+ zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı biber salçası
  • kuru nane
  • pul biber
  • tuz
  • 1 tatlı kaşığı un
 Mercimeği, bulguru ve pirinci yıkayıp üzerine biraz su koyup pişmeye bırakın. Piştiğinde içine salçasını koyup ,blendırı tencereye batırıp çıkartmak yani aşağı yukarı hareket ettirmek suretiyle çorbayı bir miktar inceltin. Bu hareketin 6-7 defa yapılması yeterlidir. Malzemenin tam anlamıyla erimesini istemiyoruz, ezogelin çorbasında malzeme biraz ağza gelmeli. Bu arada ben haşlarken içine bir küçücük soğanı da doğrayıp atıyorum, çaktırmadan onun nimetinden de faydalanalım diye. Arzunuza kalmış...
Ayrı bir tencerede unu ve yağı kavurun. Unun kokusu çıkınca  çorbayı ekleyin ve üzerine varsa et suyunuzu yoksa normal su ekleyin. Tuzunu, biberini ve nanesini de isteğinize göre ekleyip kaynadıktan sonra altını kapatın. Lezzeti artırmak için nanesini ve pulbiberini ayrı bir yerde yağda kavurup çorbanın üzerine de dökebilirsiniz. 
 Bu arada yaptığınız kıtır ekmekleri cam bir kapta ağzı kapalı olacak şekilde uzun bir süre muhafaza edebilirsiniz. Ekmekleri fırınlamak yada yağsız tavada kavurmak suretiyle istediğiniz zaman istediğiniz sunumda kullanabilirsiniz, aklınızda bulunsun.
Herkese hayırlı cumalar, bol güneşli bir haftasonu dilerim.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Pratik yemek: Kremalı mantarlı et



Bizde mi bir sorun var bilmiyorum ama bu ara ne kadar uyursam uyuyayım, yetmiyor. Yalnız bana da değil, eşim için de aynı şey söz konusu. Yataktan kendimi kazıyorum resmen.  Naz uyur uyumaz kendimi tembellik içinde buluyorum. Bu durumda da gün hemen bitiyor ve kalanı da bana yetmiyor. Açıkcası zaten sabah erken kalkmayınca o günün beti bereketi kalmıyor. Ama bu ara bu anne de erken kalkamıyor. Allahtan bu ara benim minik kuşum da sabahları erken kalkmıyor da fırsattan istifade edebiliyorum... O da kapıldı evdeki rehavete sanırım...
Bu durumda olabildiğince pratik yemekler yapmayı seçiyorum kendime. Bu da onlardan biri. Biz yanına güzel bi spagetti tercih ettik,şu yassı olanlardan. Güzel oldu. Bizim evde zaten köri ve krema tadı çok sevilir. Dolayısıyla çok makbul bi yemek oldu.

  • 400 gr yağsız dana eti
  • 300 gr kadar mantar
  • 1 büyük boy kuru soğan
  • 1 paket krema (200 ml)
  • köri
  • tuz, karabiber
  • zeytinyağı
Eti ince şeritler halinde hani jülyen kıvamında doğrayın. Çok az yağ koyduğunuz kızgın tavada eti pişirin.  Pişmeye yakın üzerine tuzu ve biberi ekleyin. Et tam anlamıyla piştiğinde yarım ay şeklinde doğradığınız soğanı ekleyin. Daha sonra ince ince doğradığınız mantarı ekleyin ve birlikte kavurun.
Et ve mantar kavrulunca köriyi ekleyin. Köri için bir miktar vermedim, zevkinize bıraktım ama 1 tatlı kaşığı yeterli geliyor. 
Üzerine kremayı ekleyin ve şöyle bir karıştırıp 2-3 dakika daha pişirdikten sonra ocaktan alın ve servis yapın. 
Yanına birer kadeh şarapla çok da şık bir akşam yemeği menüsü oluşturabiliyor. Bilginize...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Fırında tavuklu pilav





Kim sevmez ki tavuklu pilavı. Hele bir de pilav tavuğun altında, onun yağını suyunu çeke çeke pişiyorsa...Nefis olur. 

  • 2 tane tavuk budu( siz evde tavuğun neresi varsa kullanabilirsiniz, baget de yakışır, bageti pirzola şeklinde açarak da kullanabilirsiniz)
  • 1 su bardağı haşlanmış nohut
  • 2 su bardağı pirinç
  • tereyağ+ zeytinyağı
  • 2 domates
  • 2 patates
  • 2-3 tane biber
  • tuz
  • 1 tatlı kaşığı domates salçası
Tavuğu güzelce haşlayın. Tavuğun suyuna biraz tuz eklemeyi unutmayın. Ayrı bir yerde de pirinci yıkayıp, sıcak su ile ıslatın. Tencerede yağı eritin ve pirinci kavurmaya başlayın. Pirinçler saydamlaşana kadar kavurma işlemine devam edin. Kavrulan pirince nohutu da ekleyip bir dakika da öyle kavurun.
Kavrulmuş pirinci geniş bir fırın kabına alın ve güzelce yayın. Üzerine haşlanmış tavuklarınızı yerleştirin. Ayrı bir kapta salçayı çok az su ile açın ve tavukların üzerine sürün. İnce ince doğradığınız patatesi, domatesi ve iki parçaya ayırdığınız biberleri de pilavın üzerini örtecek şekilde yerleştirin. Pilavın yukarıdan bakıldığında görülmesini istemediğimiz için güzelce örtüyoruz. Aksi takdirde pilavımızın üst kısmı kuru kuru olabiliyor.




Haşlanan tavuğun suyundan 2 bardak tavuk suyunu da kabın kenarından pilava ekliyoruz. Tavuk suyuna tuz eklediğimiz için ayrıca tuz eklemiyoruz. 
Önceden ısıtılmış 250 derece fırında pilav suyunu çekene, tavuğun da üstü kızarana kadar pişiriyoruz. Zaten ikisi orantılı bir şekilde pişiyor. Sonrasında istediğiniz şekilde servis yapıp afiyetle yemesi size kalıyor. 






Bu arada ben yemeklerimde işlem görmediği ve daha sağlıklı olduğu için deniz tuzu kullanıyorum. 




İlk başlarda oranı şaşırabiliyorsunuz ama zamanla eliniz alışıyor. Çünkü deniz tuzu sanki tadını sonradan veriyor ve ilk zamanlar "senin yemekler biraz tuzlu olmaya başladı sanki hanıııım" diye bir eleştiri ile karşılaşabiliyorsunuz.
 Bu arada biz sofradan  tuzu kaldıralı ise yıllar oluyor. Yemeğin daha tadına bakmadan tuzu boca eden biri olarak tuz alışkanlığımı bırakmada bu yöntemin çok faydalı olduğunu belirtmek isterim. Yemek tuzsuzsa bile kimse yemekten kalkıp, tuzu uygun bir yere koyup sofraya getirme zahmetinde bulunmadı ve bu sayede tuz hayatımızdan önemli ölçüde dışlandı.



13 Mayıs 2012 Pazar

"ANNEM..."

Bugüne dair bir yazı dökülmeyecekti dilimden...Ama istedim ki geç kalmayın hiçbir şeye. Sevin, sevdiğiniz, hayatınızda sizin için değerli olan ne varsa sonuna kadar sahip çıkın ona, sarılın doyasıya, her an kaybedecekmiş gibi...
Hayat acımasız çünkü, o kadar acımasız ki hem de.
Keşkelere yer bırakmayın hayatınızda, günün birinde boğazınızda kocaman bir düğümle ve kocaman bir yarım kalmışlıkla bulmayın kendinizi.
Bugün hayatımda herşey çok güzel, rüya gibi hatta... Bazen korkuyorum, çok korkuyorum bu rüyaya bişey olacak diye... Ama illaki eksik, bir yanım hep eksik, kolum kanadım kırık işte. Her "annem" sözcüğünde pazarda annesini kaybetmiş küçücük bir çocuk gibi ağlayasım geliyor, her seferinde içim cız ediyor. 
Sebepsiz ağlayışlarımla, zamansız, olur olmaz gözyaşlarımla o kadar değiştim ki ben anne. Sensiz geçen beş yıl o kadar uzun sürdü ki tarifi imkansız. 
Ne güzel anne kızdık biz, ne güzel arkadaştık, ne iyi can yoldaşıydık birbirimize. Ne çok sever, ne çok özler, ne çok kızardık birbirimize ve ne çok affederdik. Bugün anladığım pek çok şeyi o zamanlar anlasaydım herşey ne kadar farklı olurdu değil mi? 
Büyüdüm ben, evlendim, anne oldum, ama içimde kocaman bi çocuk var anne, hiç geçmiyor...
Senin gibi, senin beni sevdiğin gibi, o kadar çok seviyorum kızımı. Ona bişey olacak diye ödüm kopuyor. Hep sarılıyorum ona, kokluyorum senin beni kokladığın gibi doyasıya. Her gün, her an tadını çıkarıyorum anneliğimin. Eşimi de çok seviyorum. O iyiki var diyorum hep, her sabah el sallarken arkasından dualarımı eksik etmiyorum. Yanımda olmasaydı, hayatımda olmasaydı, bugün nerde yada ne halde olurdum hiç bilmiyorum... Dibe vurmuş beni sabırla bekleyen, toplayan, kendine getiren, Melike' yi tekrar dünyaya getiren o kocaman yürekli adamı tanımanı, onunla vakit geçirmeni, oturup beni çekiştirmenizi o kadar çok isterdim ki anne. Bir de ne kadar mutlu olduğumu, güvendiğimi, sevildiğimi, sevdiğimi...
Çok erken bi vedaydı seninkisi. 
Çok erken ve apansız.
"İnsan kaç yaşında olursa olsun annesine hep ihtiyaç duyar" derdin hep. Sen yanımdaydın ve ben hiç anlamazdım bu sözleri. İnsan hep ararmış meğer annesini, hele senin gibisini. Hep özlermiş anne.
Benim her zaman güçlü, büyük yürekli, sabırlı, ince düşünen güzel annem. Teşekkür ederim, beni doğurduğun, tek başına beni büyüttüğün, beni hep çok sevip, o yüce sevginle sarıp sarmaladığın, okuttuğun, hep mücadele ettiğin ve aslında kendinden vazgeçtiğin için...Gerçek bi anne olduğun için. Senin kadar iyi bi anne olabilir miyim bilmiyorum, ama çabalıyorum anne, herşeyden önce kızımı çok seviyorum ve bunu ona hep hissettiriyorum, bana hep güvenebileceğini bilsin istiyorum, ne olursa olsun hep yanında olacağımızı bilsin. 
Seni çok özledim anne.
Seni çok özledim.
Anneler günün kutlu olsun...

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Damla çikolatalı muffin



Herşey Naz' ı elinde bir adet muffin yerken hayal etmemle başladı. Benim de biraz canım istemiş olacak... Balkonda oturup, elimizi, yüzümüzü batıra batıra kocaman bir iştahla kaç tane yedik bilmiyorum. Hatta fırından çıktığında ne kadar sıcak olduğunu anlamayan kızım illaki yemek istediğinde, ona vermedim diye olanca gücüyle bağırarak ağladı." İlham kaynağım sensin annecim, vermez miyim hiç, ama soğusun biraz" demelerime aldırış etmedi. Şimdiden o kadar zevkli ki kızımla mutfakta birşeyler yapmak, biraz daha büyüdüğünde çoook daha zevkli olacak, bundan eminim. 
O da benim gibi kekin hamurundan yemeye, minicik parmaklarını o hamura batırmaya bayılıyor. Birlikte un eliyoruz, olmuş mu diye fırına gidip bakıyoruz, muffin kalıplarımızı tepsiye yerleştiriyoruz...Hepsi o kadar heyecanlı ve zevkli ki...




Hafta sonunu fırsat bilin, mutlaka yapın ve sonra da iyiki yapmışım deyin...Garanti...

  • 2 yumurta  (mutlaka oda sıcaklığında olsun, şunu unutmayın yapacağınız kekin tüm malzemelerinin oda sıcaklığında olması çok önemli)
  • 4 fincan şeker
  • 2 fincan yoğurt
  • 2 fincan sıvıyağ
  • 6 fincan un
  • 3 çorba kaşığı kakao
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 su bardağı damla çikolata
Öncelikle malzemelerde geçenlerin hepsi kahve fincanıdır.
Yumurta ile şekeri, şeker eriyene kadar çırpın. Sonra sıvıyağ ve yoğurdu ekleyin ve çırpmaya devam edin. Unu ve kabartma tozunu eleyerek ekleyin ve çırpın. Kakaoyu da ekleyin. Son olarak damla çikolatayı ekleyin ve tahta kaşık yardımıyla karıştırın. 
Bu tariften 16 tane çıkıyor, muffin kalıplarınıza önce kek kağıtlarını sonra  hamuru yerleştirin. Kalanı bekletmenizde bir sakınca yok, çünkü hiçbirşey olmuyor. Diğerleri çıktığında kalıplarınıza kalanı döküp pişirebilirsiniz. Kalıplara döktüğünüz hamurun üzerine damla çikolata serpiştirin.




Önceden ısıtılmış 170 derece fırında 20-25 dakika pişirin. Fırınınızı ara sıra kontrol ederek pişirin, ama asla fırının kapağını açmayın. Eğer üzeri çatladıysa ve yeterince kabardıysa pişmiş demektir.





 10 dakikalık bir dinlenmenin ardından minik lezzet kaçamağınız hazır. Afiyet olsun.



Keşkek



Bizim oralarda düğünde bayramda koca koca kazanlarda yapılır bu muhteşem şey...Ustalar harıl harıl çalışır, buğdayı döve döve sakız kıvamına getirirler. Sonra da etle buluşturup dövmeye devam...Kaliteli bir kol gücü gerektirir anlayacağınız bizim oraların keşkeği. 
Keşkek her yörede yapılan, ama her yörede farklı farklı yapılan bir yemektir. Kimi yerlerde içine nohut, soğan, salça,çemen, pastırma gibi değişik şeyler konulabiliyor. Kimileri de sulu bir kıvamda yapıyor, bazen de salçalı soslu.
Herşeyi değişebilir ama bana kalırsa keşkek son yıllarda moda olduğu üzere tavuk etiyle yapılmamalı. Bu konuda buğdaya en çok yakışan ettir bence. Yerken lif lif ayrılmış görüntüsüyle kaşığınıza gelmeli ve iştahınızı daha da açmalıdır bu sayede.
Benim bugün anlatacağım keşkekse tam anlamıyla bugüne uyarlı ama tadından hiçbirşey kaybetmeden yapabileceğiniz, kolay ve pratik şekli. Sayısız denemeler sonucu oluşturulmuş başarılı bir tariftir, altı çizilmeli...

  • 2 su bardağı buğday ( pişince iki katına çıktığını unutmayın)
  • 350-400 gr kuzu eti
  • tuz
Üzeri için:

  • tereyağ
  • toz kırmızı biber
Öncelikle buğdayı bir gece önceden ıslatın. Ertesi gün buğdayı ayrı, eti ayrı bir yerde pişirin. Ben önce eti pişiriyorum, ardından aynı tencerede buğdayı (düdüklü tercihiniz olsun). Zaten ikisinin tadının birbirine geçmesi değil mi amacımız... Buğdayı çok suyla haşlamamaya özen gösterin. 
Haşladığınız etleri ayrı bir yere alın ve kemikli bir et ise kemiklerinden ayırıp, küçük küçük parçalayın. Buğdayı tencereye alın ve günümüzün muhteşem buluşu blendırı kapın. Daha önceleri ben de kol gücümü çook denedim ama inanın bana kendinizi yorduğunuzla kalıyorsunuz, kolayı var, birkaç teknik hareket sadece. Blendırı tencereye daldırıp çıkartmak suretiyle çalıştırın. Yani içinde sürekli çalıştırarak tutmayın. Amacımız püre olması değil çünkü. Aşağı yukarı hareketlerinizi tencerenin çeşitli yerlerinde çok değil, en fazla 5-10 kere tekrarladıktan sonra çıkartın içinden. Tencereyi ocağa koyun, içine parçaladığınız etleri ve tuzu ekleyin. Tencerede iyice suyunu çekip, sakız kıvamına gelene kadar tahta kaşıkla karıştıra karıştıra pişirin. Suyunu çekip, kıvamı koyulaştığında ocaktan alın.




Ayrı bir yerde tereyağını kızdırıp, toz kırmızı biberle buluşturun. Servis yaptığınız tabaklara ekleyin ve hiç vakit kaybetmeden yemeye başlayın. Yanında ayran, şalgam suyu, turşu yada güzel bir salata da yapın muhakkak.Afiyet olsun.