21 Aralık 2013 Cumartesi

Kaçırılmaması Gereken En Avantajlı Yılbaşı Fırsatları Bu Yazıda!

Yeni yıl heyecanının hepimizi iyiden iyiye sardığı bugünlerde, bir yandan yılbaşı akşamı için planlar yaparken bir yandan da “ne hediye alacağım?” endişesi içerisine giriyoruz. Yılbaşına kısa bir zaman kala alışveriş merkezlerinde telaşla gezmek yerine sizin için hazırladığımız alternatif hediye ve kampanya önerilerini mutlaka inceleyin!

Sizin için ilk seçtiğim hediye alternatifi ev hediyesi almayı düşünenlerin oldukça ilgisini çekecek!

2014'ün en güzel kahvaltıları, en hoş sohbetleri için Vestel’in sunduğu kahvaltı setlerine mutlaka göz atın derim!

                             

Vestel yılbaşına özel hazırladığı kahvaltı setleri ile hediye alışverişini kolaylaştırıyor. Kırmızı, Inox ve Siyah Kahvaltı Setleri hem şıklığı ile göz dolduracak, hem de sevdiklerinizi çok mutlu edecek. “Hediyem yılbaşı ruhuna uygun olsun!” diyenler için kırmızı set ideal bir seçim.

Vestel Inox Su Isıtıcı, Dijital Tost Makinesi, Türk Kahve Makinesi'nden oluşan Inox set de çok şık ve pratik bir alternatif. Bu setin farkı ızgara olarak da kullanılabilen Vestel Dijital Inox Tost Makinesi.

Modern ve şık bir hediye arayanlar içinse önerimiz Siyah Set. Vestel Siyah Su Isıtıcı, Ekmek Kızartma Makinesi ve Filtre Kahve Makinesi içeren bu set farklı tasarımı ile benzersiz bir hediye olmaya aday.

Setler için buradan online sipariş verebilir, ücretsiz kargoyla hemen hediyelerinize kavuşabilirsiniz! Unutmadan, Vestel Kahvaltı Setleri 2014 yeni yıla özel hazırlandı. Yılbaşı’ndan sonra bu şekilde set olarak bu fiyatlarda bulmanız pek mümkün değil.

Özel, başka hiçbir yerde olmayan bir hediye arıyorsanız Vestel'de harika bir öneri daha var: Yılbaşı özel tasarımlı Türk Kahvesi Makinesi yeni yıla özel indirimli sadece 59 TL!

Yeni yıl, yeni umutlar, yeni hediyeler… Peki 2014 için dileğiniz hazır mı?

Siz sevdiklerinizi unutmayıp yeni yıl hediyeleri alırken Garanti de sizi unutmamış!
2013 yılını geride bırakırken yeni yıldan yeni dilekler eksik olmuyor. Yeni yıla girerken Garanti Bankası bazılarımızın dileklerini duymuş gibi sosyal medya takipçilerini sevindirecek bir kampanya yapmış!

Yeni yıl hediyeniz Garanti Link’ten!

Yıl boyunca farklı kampanyalarla fırsatlar sunan Garanti Link, 2014’e girerken çuvalını hediyelerle doldurmuş bir Noel Baba gibi bacanızdan inmeye hazırlanıyor. Günde en az 10 kere kontrol ettiğimiz sosyal medya hesaplarımızı Garanti Link ile Link’leyerek 14 şahane hediyeden birini kazanmaya hak kazanıyoruz. Televizyondan tablet bilgisayara, telefondan fotoğraf makinasına kadar birbirinden değerli hediyelerden birine sahip olmak çok da kolay. Benim dileğim yeni yılda sevdiklerimle her anımı ölümsüzleştirebileceğim bir fotoğraf makinası. Sizin dileğiniz ne?

                           

Siz de buradan sosyal medya hesaplarınızı Link’leyin, 14 şahane hediyeden birini kazanma şansı yakalayın!

Diğer bir önerim ise moda ile teknolojiyi bir araya getiren Samsung Galaxy Gear! Çarpıcı renk seçenekleri, ince ve zarif tasarımı ile giyilebilir teknolojileri günlük yaşama daha da entegre eden Samsung Galaxy Gear alan herkese, 32GB microSD kart hediye ediliyor. 31 Aralık’a kadar geçerli olan kampanya ile hem yeni yılın en şık hediyesi olmaya aday Galaxy Gear’a, hem de yeni yılda en güzel anılarınızı rahatça saklayabileceğiniz 32GB microSD karta sahip olabilirsiniz.

                            

Yenilikçi ve modaya önem veren kullanıcılara siyah, beyaz, gri, turuncu, sarı ve roze gibi çarpıcı renk seçenekleri sunan Galaxy Gear, 1.9 megapiksel BSI sensörlü kamerası ve 1.63 inç Super AMOLED ekranı ile kullanıcıları cezbediyor.

Telefonunuz cebinizdeyken bile bağlantıda kalmanızı sağlayan Galaxy Gear’da bulunan dahili hoparlör sayesinde telefonsuz konuşma deneyimini sunuyor. Örneğin, bir yandan yılbaşı partiniz için hazırlanırken, diğer taraftan telefon konuşmalarınızı yapabilir, alarmınızı kurabilir, mesaj yazabilir ya da takvim girişlerinizi oluşturabilirsiniz.

Kampanya hakkında detaylı bilgi için buraya tıklayın: http://www.samsung.com/tr/campaigns/galaksidenhediye/


Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Aralık 2013 Perşembe

Bonibonlu kurabiyelerimiz

Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı!
Salıdan beri büyük bir "yerli malı" telaşı içindeyiz. Önce sınıfta kutladık, günün anlam ve önemi üzerinde durduk büyük bir titizlikle...Neymiş bu yerli malı haftası, nerden çıkmış, neden kutlanırmış böyle her sene her sene, hepsini öğrendik.
Bugün de Naz' ımın sınıfında kutlandı yerli malı haftası. Ben de "en çok neyi sever, neden hoşlanır bu bıcırıklar?" fikrinden yola çıkarak bu kurabiyeleri yaptım, iç malzemesi tamamen kendi tasarımım, biraz ondan, biraz bundan yani!


Aslında bu tür kurabiyelerden yapanlar, oldukça beyaz, hatta bembeyaz bırakmışlar, ancak ben hafif kavrulmuş tatlardan hoşlanıyorum ve o bembeyaz kurabiyeler hiç de bana göre değil...Dolayısıyla ben fırında biraz daha fazla beklettim, siz nasıl isterseniz o kadar bekletin fırında, 10 dakikada pişiyor zaten.


  • yarım su bardağı nişasta
  • 1 paket margarin yada 250 gr tereyağ
  • 1 yumurta
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 paket vanilya
  • 1 tatlı kaşığı karbonat
  • aldığı kadar un ( bu tabiri hiç sevmiyorum ama inanın bu kez ölçmek nasip olmadı, hamur yumuşak kıvamda olacak, öyle söyliyim yani)
  • bonibon


 Tüm malzemeyi bir kapta buluşturun ve güzelce yoğurun. Bu noktada vaktiniz varsa, hamuru yarım saat kadar buzdolabında bekletin. Ancak benim gibi çalışan ve her daim mutlaka işi olan, o işleri hiç bitmeyen, bütün gün kımıl kımıl kımıldanıp duran bir anneyseniz, hele de benim gibi sabırsız, o zaman hamura dinlenme şansı tanıyacağınızı pek sanmıyorum!
 Tezgah üzerinde hamuru merdane yardımıyla biraz açın ve kurabiye kalıplarınızla şekil verin. Yağlı kağıt serdiğiniz fırın tepsisine kurabiyeleri yerleştirin. Üzerine dilediğiniz şekilde bonibonları koyun. 
Önceden ısınmış 160 derece fırında 10 dakika kadar pişirin. Belirttiğim üzere kızarma kıvamı size kalmış...Afiyet olsun...

15 Aralık 2013 Pazar

Bol acılı turşu kavurması

Kocam benden turşu kavurması ister de ben yapmaz mıyım!...
Hiç bu kadar sıcak, hiç bu kadar dumanı üstünde bir yazım olmamıştı iki yüzü aşkın yayınım içinde...
Dünden beri sayıklıyordu eşim "yapsan da yesek kahvaltıda diye." Bu sabaha nasip oldu, valla nefis oldu!
Sen ne güzel bişeysin kardeşim böyle yahu, bir kavanoz fasulyeyi kavurdum, yetmedi bize. İçine de acıyı öyle güzel yerleştirdim ki, ne "ben acıyım" diye bağırıyor, ne de varlığını aratıyor, öyle nefis, öyle de başarılı bir ölçü yani! Tamamen her zamanki o hiç şaşmaz göz kararım...
Birden, önümüzdeki yazı düşündüm, kilo kilo fasulyeler hayal ettim, aralarında kaybolmuşum falan. Bi dünya kavanoz var önümde, hepsine turşu kuruyorum, böyle acayip mutluyum, bulutlar üstündeyim adeta!
Evet evet, yapılmalı, nasip olursa eğer seneye daha da çok kavanoz turşu kurulmalı, bu güzellik başkalarıyla da paylaşılmalı, tanıştırılmalı herkesle, kesinlikle!


Bu yıl yetiştirdiğimiz acı biberlerimizden yaptığımız turşular kaç kişinin sofrasına düştü, saymakla bitmez, bize yaşattığı mutluluksa tarifsiz...O kadar çok turşu kurdum ki bu sene, kocacık benim hiç hoşlanmadığım işi üstlendi, kavanozlara malzemeleri yerleştirdi, ben de işin geri kalan kısmını hallettim, ellerimize sağlık ikimizin de!
Gelelim bu sabahki ziyafetimize, yanında yumuşacık ezine peyniri yada hafif zeytinyağına bulanmış az tuzlu bir lor peyniri, sıcacık bir çay ve nefis bir tahıl ekmeği...  Fasulyenin hafif acısını, sıcacık çayın daha da körüklediği...



  • 1 yada 2 adet kuru soğan
  • 1 şişe fasulye turşusu
  • zeytinyağı
  • tuz, pulbiber
Soğanları incecik doğrayın.
Fasulyeleri zevkinize göre suda bekletin yani biz biraz ekşiliğini hissetmek adına 15 dakika kadar suda beklettik. Yok o ekşiliği biraz daha azalsın derseniz 1 saat kadar suda bekletebilirsiniz.
Ardından fasulyeyi küçük küçük doğrayın. Kavrulan soğana ekleyin, 10 dakika kadar kavrulduktan sonra tuzunu ve biberini ayarlayın. Evde acı sevmeyenler varsa, çocuklar mesela, biber eklemeden biraz ayırın onlara. Ben az miktar Naz' a da ayırmıştım acısını eklemeden önce ama minik kurbağa dönüp tabağa "bööö!" yaptı sağolsun.


Ama biz o acıyı yaşatmadık kavurmamıza, dibine kadar büyük bir iştahla temizledik tabaklarımızı. Sonra da "Koca şişeden bu kadar mı çıkıyormuş yahu!" yorumumuzu yaptık hiç bekletmeden...


Ha, bir de unutmadan, fasulye turşusu nasıl yapılır diyenler için, tıklayın lütfen!

11 Aralık 2013 Çarşamba

Keçe kitap ayraçlarımız...

Aylar öncesinden aklıma düştü...
Naz' ım okullu olmuştu ve yaşayacağı bu ilk öğretmenler günü sanki biraz daha özel olmalıydı. Konu ile ilgili bizzat çok heyecanlıydım. 
Hediyelerimiz özel şeyler olmalıydı, aynı zamanda el emeği, göz nuru...
Sonunda güzel kızlarımdan, öğrencilerimden birinin, Yağmur' un annesiyle birlikte yaptığı ayraçlar geldi aklıma. Geldi ve takıldı kaldı.
Naz' la annesi gibi birazcık süslü ve fiyonklu bişeyler bulduk. Ardından çizdik, kestik, süsledik.


Boğaz çubuklarını babamız buldu, paketlemeyi de ona yükledik, çünkü o sıra her akşam her akşam gittiğim mental aritmetik kursuyla, derken sınavıyla falan büyük bir zaman kıtlığı içindeydim, imdada yetişti sevgili kocam, her zamanki gibi!


Bir güzel özendi, "tamam yeter artık, pek güzel oldu!" demelerime aldırmadı, her zamanaki "bi iş yaptın mı tam yapacaksın" felsefesinden zerre ödün vermedi, beğenmediğini oturdu, tekrar yaptı.
Sonuç çok güzel oldu, her açıdan...Tüm öğretmenlerimize dağıttık, sevildi, beğenildi, biz de mutlu olduk, çok!
Kitaplara, masallara bu kadar düşkün meleğime de yaptım bir tane...
Duyduğu her notada, her melodide yerinden sıçrayan, dikkat kesilen, her gün onlarca kitabın kapağını birlikte araladığımız, şarkılarıyla evimizi durmadan şenlendiren, annesini "nası yani, nasıl oluyor da oluyor bu çocuk bu kadar çok şarkıyı ezberleyip söyleyebiliyor???" diyerek sürekli şaşırtan güzel kızım, SENİ ÇOOOOK SEVİYORUM!

9 Aralık 2013 Pazartesi

Trabzon hurmalı muffin

Tarifi görür görmez "budur!" dedim.
Öyle dedim çünkü bu yıl hayatımda hiç olmadığım kadar çok hasta oldum ve bu hiç de normal değil bana kalırsa. Bir yerlerde bir bozukluk var, üstelik o kolay kolay sarsılmaz dediğim bağışıklık sistemim en az ayda bir kez yerle bir oldu ve haptı, iğneydi bana mısın demedi günlerce...Bu kadar zor iyileştiğimi hiç hatırlamıyorum ve bu durum bana çok koydu açıkcası! Kimseye muhtaç kalamayan ve kalmaması gereken bir insanım sanırım, dayanamıyorum, herşeyi geçtim, illa ben yapmalıyım o şeyi, yoksa mutlaka bir kusur buluyorum içten içe ve bu olay da hiç içime sinmiyor. Eğreti bi durum yani, rahatsız edici...Herşeye kendi minnak ellerim değecek illaki...Bırak, biraz rahat ol, sal kendini be kadın!
İşte o günlerden dolapta kalakalmıştı bizim hurmalar...Zaten evin annesi hastaysa ev elden gitti gidiyor demektir...Bizde de aynen öyle oldu, günlerce beni beklemiş pek çok sebze-meyve, hatta bazısı küsüp terk-i diyar eylemiş bizi, ardında yoğun bir koku ve leke bırakarak...
Hurmacıklar da öyle koyayım tabağa, kesip yiyeyim modunda değillerdi elbet, o yüzden bu tarif, gördüğüm anda beynimde şimşekler çaktırdı, geldi cuk oturdu duruma.



Kaynak:  cahide sultan

  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı şeker
  • yarım çay bardağı zeytinyağı
  • 1 su bardağı hurma püresi
  • 2 su bardağı un
  • 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
  • 1 limon kabuğu rendesi ( ben limon bulamayıp eldeki portakalı kullandım.)
  • üzeri için ceviz ( kırılmış ceviz bulamayıp, kırmaya üşenip, kırılmış fındık ile yetindim)

Öncelikle yumurta ile şekeri krema haline gelene kadar çırpın.
Ardından potakal kabuğunu, hurma püresini ve yağını ekleyin ve karıştırın. Hurma püresi derken, hurma zaten gayet yumuşak bir meyve, kabuğunu soyup, üzerine şöyle biraz bastırınca püre haline gelebiliyor. Yada dilerseniz blendırdan da geçirebilirsiniz, lakin bence gerek yok.
Unu ve kabartma tozunu da eleyerek koyun ve karışımı muffin kaplarına eşit olarak yerleştirin.
Üzerine hafif kırılmış ceviz yada fındık serpiştirin. Biz bu işleri yani kalıba dökme ve fındık serpme işlerini Nazımla yaptık, daha bir şerbetli oldu bizim keklerimiz!


Önceden ısıtılmış 180- 190 derece fırında üzeri kızarana kadar pişirin. Meyvenin suyu dolayısıyla, diğerlerine göre biraz daha geç pişebiliyor kekimiz, aklınızda olsun.

29 Kasım 2013 Cuma

Zaman...


Bazen, dünya duracak sanıyorsun, dönmeyecek bi daha. Ağaçlar çürüyecek, deniz kuruyacak, güneş hiç doğmayacak, rüzgar hiç esmeyecek...
Yada bir kez daha gülemem artık diyorsun, en sevdiğim krokanlı pastayı bile görsem mutlu olamam, hayattan tat alamam artık, almamalıyım da...Kaldığı yerden nasıl devam eder ki hayat, etmez diyorsun, edemez, mümkün değil. Onsuz ne kadar gereksiz bu telefon bile ...Her gittiğin yerde elin yine telefona gidiyor aylarca, aynı yerde olmasanız da oradaki bi güzelliği paylaşmak, aynı yerdeymiş gibi olmak adına, hep öyle yapardınız çünkü...
"Daha kırkındaymış, ne kadar da gençmiş!" dediklerinde yalnız karşındakini değil, tüm insanları parçalamak istiyorsun, hala bu dünyada oldukları için...Kendinle hesaplaşmaların zaten hiç bitmiyor...
Neden....Bu sorunun sonu gelmiyor, ve keşkelerin...
Ama sonu hiç bilmiyor ki insan, son telefon, son gülümseyiş, son kavga, son söz yada son ayrılık , hangisi en son olacak, nerede gelip bulacak bizi ölüm... Ve bir gün, o an apansız geldiğinde "birlikte yapacak daha ne kadar çok şeyimiz vardı!" cümlesi ağızlarda. Yarım kalıyor herşey, çünkü herşey hep yarım aslında...Hep devam edeceğini sanıyoruz oysa ki biz bu hayatın, sonsuza kadar varolacağız sanki...
"Kışın ardı bahardır..."
"Herşeyde bir hayır vardır..."
"Allah birini alır, ötekini verirmiş..." gibi onlarca özlü söz duyuyorsunuz çevrenizden.
Herkes üzgün, herkes ağlıyor. Çıkıp haykırmak istiyorsunuz şuursuzca bakarken hepsinin sıfatına, "hanginiz sevebilir onu benim kadar? " diye...İnsanlardan büsbütün soğuyorsunuz.
Rüzgar bir gün öyle ters bir yönden esti ki benim hayatımda, sonrasında depremler olacak, gerçekten kıyamet kopacak sandım. Nasıl devam edileceğini hiç tahmin edemedim, hiç düşünmedim çünkü....
Sildim hafızamdan çoğu ayrıntıyı sonrasında da, hatırlamak istemedim belki de bazı şeyleri...
Sonrası, sonrası korkunç...
Sonrası "Hayır, böyle değildi bu kız, dur bakalım" diyerek sabırla zamanın geçmesini, yoğun bakımdaki hastanın gözlerini açmasını beklediği gibi bekleyen eşimin marifeti...Hiçbişeyimizi kolay elde etmedik ki biz, birbirimizi bile...
Aylarca tüm insanlardan nefret ettim, gittim kapkara perdeler aldım evime, herkesin annesini kıskandım durdum kendimce, hoş hala da kıskanıyorum..."Annem..." diye başlayan cümlelerden nefret ediyorum. "Niye bizi bu kadar çabuk ayırdın Allahım" diyorum...
Anneannemi kaybettiğimizde yetmişini geçmişti. Durmadan namaz kılıp dualar okuyan, evlatlarını terazinin farklı kefelerinde tartan, kendini çok seven, bizi de pek o kadar sevme zahmetine girmemiş bi kadındı. Yokluğu annemde nasıl bir acı bıraktı bilmiyorum ama söylediği hep "Annelik yapmasaydı yine de, oracıkta yaşadığını bilseydim keşke.." olurdu. Annelik başka bişeymiş çünkü, her doğuran anne olamıyormuş anladım. Sonsuz bir sevgi, özveri, canından canmış, benim kolum kopsun da onun canı yanmasınmış annelik...
Bizdeyse durum çok farklıydı...Annemi, hayatımın en temel kaynağını kaybetmiştim ben...Katlanması, alışması, yaşamaya çalışması ve elbette yeni bir yaşam kurması hiç kolay olmadı. Toparlandım, kendime geldim, bunun en büyük nedenini eşimde gördüm çünkü... O beni hiç bırakmıyordu, bana güveniyordu, beni seviyordu, hayatını benimle birleştirmişti. Bense, hayatta herkesin hep dimdik görmeye alıştığı Melikeydim, ama bu kez çökmüştüm, üstüme dağlar yıkılmıştı, kalkamamıştım altından...

Sen sevgili eşim, hep değer verdin bana, annem tanısa seni, görse bu yaptıklarını seni daha çok severdi benden dedim içimden yüzlerce kez...Hiç yaşayamayacağım bir durumu kıskandım sayende defalarca. Nasıl iyi anlaştığınızı hayal ettim ve de...Bıkmadan usanmadan yüzlerce kez aynı hayalleri kurdum ben seninle. Ve çok mutlu oldum yanında, kendime güvendim hep, "korkusuzluğum" oldun benim...
Yokluğunda terliklerinin şeklini, pijamasının katlanışını bile bozmaya kıyamadığım adam, hayata tutunmamı sağlayan kocaman yürekli, kocaman insan...Annem, babam, abim, arkadaşım, sevgilim, can yoldaşım...Hepsi oldun bana, kızımıza baba oldun sonra...Ne çok yakıştırdım sana babalığı, nasıl sevdim sizi yolda yürürken arkanızdan baka baka...
Son iki buçuk yılımsa iyileşmenin en hızlı yaşandığı yıllar oldu aslında. Kızım, kızımız kopmaz bağlarla bağladı beni hayata...Kabuk bağlamış tüm yaralarımı söküp attı son bir defa... İzleri...Kaldı elbette...Ama varoluşumuzun bundan ibaret olduğunu, yaşamak denen şeyin ve bu dünyanın kocaman yalanını bu sayede öğrendim. Yaşama dair hayal ettiklerim bundan 10 yıl önce ne kadar farklıydı, yaşamakta olduklarımsa bambaşka...
Her gün, her anım için şükrediyorum Allaha, ama özlüyorum işte, elimde değil, çok özlüyorum ve arıyorum seni... Bazen rüyalarımdan sıçrayarak uyanıyorum, seni aramaya çalışıyorum ama numaran hafızamda değil, deli oluyorum. Uyanıp bir süre daha düşünüyorum ama bir türlü hatırlayamıyorum ve soruyorum beynime, bunu neden sildin, ne zorun var benle diye...
Anlamak mümkün değil bazı şeyleri...Anlayamıyorum aslında, hala şu anki sensizliğimin nedenini bulamıyorum...
Her yıl bugünü saat saat yaşıyorum, hep aynı tekrar, hep aynı yıkılış, sonsuz çaresizlik Rabbimin karşısında...Değişmiyor hiçbirşey, yokluğunu da azaltmıyor...
Koşup kucağına oturmak, sarılmak sıcaklığına yine, " annem, kıvırcık kuzum, zeytin gözlüm..." deyişini duymak ve haykırmak delicesine
SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM, YOKLUĞUNA Bİ TÜRLÜ  ALIŞAMADIM ANNE....

26 Kasım 2013 Salı

Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.




Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.

"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;


Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Kasım 2013 Salı

Aşure ayı ve kuru incir tatlısı

Her yıl olduğu üzere kaynattık tencerelerimizi, yaptık aşuremizi... Yaptık ettik derken, kimseyle değil elbet, yine bir başıma! Kolay iş değil, vallahi değil ancak sonucu pek bi keyifli... Bu yıl her yıldan farklı olarak daha da çok kişiye tattırdım aşuremi..."Allah kabul etsin, ne güzel olmuş" dilekleri yetti de arttı bile yorgunluğumu çıkarmaya.
Bazen düşünüyorum da, yemeye gayet de düşkün sayılabilecek nitelikte bir insanım, severim yani. Bakıyorum çevreme, tüm insanlar seviyor yemeyi, herkes midesine düşkün en az benim kadar. Hatta kilo almayalım diye yemez oluyoruz bir yerden sonra...Eee peki biz bu çocuklara niye kolaycacık yemek yediremiyoruz. "Aaa hadi ben acıktım, zeytinyağlı kereviz mi var, yiyelim hadi! " cinsinden olmuyor çocuklarımız...Yani biz nerede yanlış yapıyoruz da bu çocuklar bizim gibi yemek yemeye bayılmıyorlar yada hepimizde yapılan ortak hata nedir Allah  aşkına?
Var biryerlerde var, bi yanlış var ama nerde? Yada o yaşta asıl ve en çok önemli olan oyun da o yüzden mi tüm hayatımız oyunsallaşıyor. Bizim gibi değil, öncelik oyunda yani. Çünkü oyunla öğreniyor herşeyi... Okuduğum tüm kitaplarda oyunun lideri her seferinde değişsin, oyunda onun sizi yönetmesine izin verin diyor. Naz bayılıyor mesela "annecilik " oynamaya.
-Annecilik oynayalım mı kıcım!!!
-Hadi kıcııım anne de bana!!!
İkimizin de okuldan geldiği o ilk buluşma saatlerimizde açlıktan gebersemde ne mümkün yemek yemek... "hadi oyun oynaalım"
Tamam oynayalım ama bir yerden sonra "annecim bana senin okulundaki gibi yemek vermiyorlar biliyo musun? " deyip, büküp dudağımı acındırmanın dibine vuruyorum.
Sırf tuvalette oturmayı seviyor bari orada da keyifli vakit geçirsin, kursağından biraz da bilgi geçsin diye klozetin karşı duvarı hayvan, sayı, sebze meyve posterleriyle yıkılıyor.Bayılıyor onlara, tabi sonuçta ne oluyor, kendi oturmaktan yorulduğunda:
-Anne çişin var senin hadi yapsana!
- hayır yok annecim
- var var hadi otur da yapsana hadi hadi hadi....şeklinde kıvranmalar devam ediyor. Sonuçta oturuyorsun o klozete...
- ama sana çok yor sorcam tamam mı...
Yor sormak zor sormak anlamında...
Çook keyifli çok eğlenceli elbette her noktası bu sıpayla vakit geçirmenin, sadece uykusu geldiğinde pek çekilmiyor bu çocuklar o kadar. Sanırım uykusu geldiğinde ve acıktığında tüm bireyler başkalaşıyor, ben dahil! Kalktın sonunda yine lafı beslenmeye getirdin ya helal sana Melike!

Haa bu arada benim muazzam ve gerçekten başarılı olduğum konu için yani aşure tarifim için tıklayın lütfen!  Mütevaziyim çok mütevazi...

Aydınlı olmaktan kaynaklanan, incirle özellikle de kuru incirle fazlaca haşır neşir olma durumu bende de var. Kurabiyesi, keki, döneri, tatlısı derken liste her geçen gün kabarıyor...
Bu da en kolaylarından, canınız tatlı çektiğinde yada acil bi misafir alarmında çok işe yarayan cinsten. Koy tencereye üç beş incir, koy ortasına cevizi, dök biraz şeker ve suyu, kaynat azıcık, olsun sana incir tatlısı...Bu kadar basit yani.



  • 7-8 tane kuru incir
  • 1 kase ceviz
  • yarım su bardağı kadar şeker
  • yarım su bardağı su
  • yarım su bardağı süt

Tamamını sütten yapmak pek keyifli olmuyor çünkü süt kendini belli edebiliyor şekil olarak. Onun yerine bu şekilde karışım yaparak yada yalnızca su kullanarak daha başarılı bir sonuç elde edebilirsiniz.
Tencerenin tabanına içine ceviz doldurduğunuz incirleri sıralayın. Hatta sıkıştırın, gevşek kalmasınlar. Üzerine suyu ve şekeri gezdirip kapağını yarımca kapatın ve pişmeye bırakın. Yalnız dikkat edin kullandığınız tencereye göre değişiklik gösterir, o yüzden ölçünüz incirin yarısına kadar suyun gelmesi olsun, bu önemli bir ayrıntı! Şeker eriyip kıvam alana kadar pişirin bu sürede zaten incir de yumuşamış olacak.
Soğumasını bekleyin ve mevsime göre dondurma yada kaymakla servis edin, nefis olur. Tek başına da iyi iş çıkarıyor. Süper bişi işte! Afiyet olsun.

8 Kasım 2013 Cuma

Brokolili kiş

Uzuunca zaman sadece reçetelerini okumakla yetindim, uzak durdum, tedirgin biraz. Benimsemedim yani ilk bakışta, ne de sonraki bakışmalarda!
Ama zamanla göz attığım her yeni tarif beni heyecanlandırmaya başladı, aramızdaki soğukluk sona ermeye. Sebze, bol peynir, krema, hamur, bunların hepsi tam bana göreydi zaten, tam benlikti...Kolaycacıklığı da cabası!


Sonra da işte böyle...Öyle bi ısındık ki birbirimize, dolapta gördüğüm her malzemeye "senle nasıl bi kiş yapabiliriz ki acaba?" diye bakıyorummm. Ve sık sık da yeni tariflerle Serdar Bey ve Naz Hanım' ın karşısına çıkıyorum.

Hamuru için:

  • 2 su bardağı un
  • 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Yarım su bardağı kadar ılık su
Üzeri için:
  • yarım kg brokoli
  • 1 tane kuru soğan
  • 1 tane kırmızı biber
  • 1 kase peynir (dilediğiniz peynir olabilir, evde ne varsa, en çok beyaz peynir ama...Kaşarın soğuyunca sertleşmesinden hazzetmiyorum şahsen)
  • 4 yumurta
  • 2 çay kaşığı kabartma tozu
  • tuz, karabiber
  • 1 su bardağı krema (evde yoksa biraz süt ve yoğurtla da bu işi çözebilirsiniz)
  • 3 yemek kaşığı un
Hamur için gerekli tüm malzemeleri biraraya getirin ve iyice yoğurun.
Hava almayacak şekilde streç filmle sarıp buzdolabına kaldırın ve en az iki saat dinlendirin.
Bu arada brokoliyi az miktar haşlayın. Suyunu süzün ve üzerine yarım ay şeklinde doğranmış soğanı ve biberleri ekleyin. Peyniri, kabartma tozunu, yumurtayı, kremayı, unu, tuzu ve biberi de ekleyip karışımı homojen hale getirin.
Dinlenen hamuru kalıptan biraz daha büyük olacak şekilde açın ve yağladığınız kalıba yerleştirin. Hamurun üzerine çatalla delikler açın ki, hamur kabarmasın.
Önceden ısınmış 160 derece fırında en çok on dakika hamuru pişirin.
Çıkan hamurun üzerine sebzeli karışımı dökün ve tekrar fırına verin, güzelce kızarana kadar yaklaşık 35- 40 dakika pişirin.


Çıkardığınızda biraz ılınıp, dinlenmesini bekleyin. Çay nefis bir eşlikçi oluyor kendisine...
Yeni kişlerde buluşmak üzere....
Büyük bir zevkle...



Bu da bizim bahçeden bugüne ait bir foto. Naz' la eve dönerken bahçemizdeki yeni keşfimiz...Bu muhteşem güzelliği nasıl her gün görmeden geçmişiz, anlamak güç. Hele yağmurdan sonra, üzerindeki su damlalarıyla nasıl güzel görünüyor, yıkanmış yıkanmış daha da bi güzelleşmiş sanki...



3 Kasım 2013 Pazar

Peynirli kıyır poğaça

Bazıları yumuşacıktır, lokmalar birbirini kovalar, yedikçe yiyesin gelir hani.
Bazıları ikinci güne kalmaya dayanamaz, tüm özelliğini kaybeder, yapıldığı gün tüketilmesi gerekir cinsten...
Bazısı da böyle kıyır kıyırdır, her daim taze!
Çocukluğumda bizim evde en çok yapılan tariflerden biriydi kendisi. Malzemeler de gayet basit ve hep ezberde. Bazen iç malzemesi hazırlamadan uzun tuzlu çubuk halinde hazırlardı annem. Ben onu daha çok severdim...Üzerine de bolca susam...



  • 250 gr tereyağ yada margarin
  • 1,5 çay bardağı sıvı yağ
  • 1 yumurta beyazı
  • 3 yemek kaşığı koyu kıvamlı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 3,5- 4 su bardağı kadar un
  • üzerine sürmek için 1 yumurta sarısı
İçi için:

  • 1 kase peynir ( lor peyniri, beyaz peynir...)
Üzerine:

  • mavi haşhaş, susam yada çörek otu
Oda sıcaklığındaki tereyağ ile sıvıyağı, yoğurdu, tuz ve şekeri iyice karıştırın.
Karbonatı ve unu ekleyin ve yumuşak bir kıvam alıp, ele yapışmayan bir hamur olana kadar iyice yoğurun.
Bu noktada 15 dakika gibi bir süre ile hamuru dinlendirmek şekil vermek açısından da iyi olacaktır.
Hamurdan ceviz büyüklüğünde bezeler kopartıp avuç içinizde açarak ortasına peynir koyun ve yarım ay şeklinde kapatın.
Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine koyduğunuz poğaçaların üzerine çırpılmış yumurta sarısı sürün.
Dilerseniz üzerine mavi haşhaş, susam yada çörek otu serpebilirsiniz.
180 derece önceden ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Baklava yufkasında tahinli çıtır rulolar

Kuru baklava gibi bişey bu, nefis!
Günlerce de aynı tazelikte kalabiliyor ve aynı tatta...
Yapması da zor değil, tek şart hızlı hareket etmek, aksi takdirde baklava yufkasının kuruması saniyelik iş. Kurumaya izin vermeden ivedilikle hazırlamak lazım ruloları...


Bu tarifi henüz Naz' a hamileyken çalıştığım okulda yemiştim, kendisi aynı zamanda şimdiki okulum da olur niye öyle dediysem...Naz' dan sonra ücretsiz izin falan derken arayı epey açmış olmamdan herhalde...
Hülya hocam yapmıştı, hem tahinli, hem de haşhaşlısından. İkisi de çok güzeldi ama tahinli bir başkaydı vesselam.
O tarihlerde ve daha sonraları çok sık olmasa da fırsat buldukça başına geçtiğim bir tariftir.

  • baklava yufkası
  • 1 su bardağı zeytinyağı
  • 1 su bardağı tahin
  • 1 kase toz şeker
  • üzerine pudra şekeri
  • 1 kase dövülmüş ceviz
Özellikle bayram tatili sırasında Denizli' ye giderken, Kale' de uğradığımız o muhteşem doğal ürünler satan dükkandan aldığımız çifte kavrulmuş nefis tahinle bu tatlının daha da güzelleşeceğine eminim. Memleketimde her yerin ayrı bir güzelliği ve ayrı bir tadı var. Tatil dönüşü dolan taşan arabamız mesela, bolluk bereketle dolu, herkes bişey eklemek istiyor Marmaris' e giden yola...Zevkle kabul ediyoruz biz de! Tarhana, köy bulguru, salçalar, erişte, hiçbişeylere değişmeyeceğim zeytinyağımız, inciri, üzümü, zeytini derken...Kışlık erzak toplanıyor yavaş yavaş. Yolda gelirken eve dönen tüm araçlara bakıyorum, hepsinin hali aynı, herkes yüklemiş memleketinin tuzunu, biberini, düşmüş yola.


Tahinle zeytinyağını bir kapta güzelce karıştırın.
İlk yufkayı tezgaha serin ve bir fırça yardımıyla yufkanın heryerine yağlı karışımdan sürün. Üzerine toz şeker serpin. Üç katı da bu şekilde hazırladıktan sonra en üst kata ek olarak bir de ceviz serpiştirin ve çok sıkı olmayacak şekilde uzun kenarından yufkayı sarmaya başlayın. Bitirdiğinizde iki parmak kalınlığında verev şeritler kesin ve yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine yerleştirin. Tüm yufkaları, daha doğrusu yapabildiğiniz kadarını, çünkü baklava yufkası çok bereketli oluyor, ben ancak yarım paketi kullanabiliyorum bu iş için. Evet tüm yufkaları bu şekilde tamamladıktan sonra kalan yağlı karışımı da ruloların üzerine fırçayla sürün ve önceden ısınmış 180-200 derece fırına yerleştirin.
20 dakika kadar sonra üzeri istediğiniz miktarda kızardığında fırından alın. Soğumasını bekleyin ve üzerine pudra şekeri serpin.
Çıtır çıtır, doya doya tüketin.

24 Ekim 2013 Perşembe

Kış hazırlıkları 6: Kırmızı lahana ve salatalık turşusu (kornişon)

Ben hayat boyu "ay, yok, ben salatalık turşusu yemem, hiç sevmem! " deyip kenara çekilenlerdendim.
Nerde karşıma çıksa ayıklarım, iterim elimin tersiyle. Yani şöyle kütür kütür olmadıkça, tazecik sirke tadı arkadan çaktırmadan gelmedikçe ne anlamı var onu yemenin...Ağzımın tadını bozmadım ben de yıllardır kolay kolay...


Amaaa, günün birinde " Nazcığım çok seviyor, e Serdar da sever, yapayım bulunsun" diyerek 2 kilo kadar kornişonu alıp bastım kavanoza. 15 gün kadar sonra açtık kendisini ve ilk kavanoz bu akşam itibariyle tükendi. Yalnız evdeki iki kişiyle değil, benim de yoğun katkılarımla tükendi o salatalıklar bu kez! Çok sevdim çok!
Ve yine dayanamayıp, kavanoza biraz da kırmızı biber tıkıştırdım, nefisss!


Aynı şekilde bir de kırmızı lahana turşusu kurdum bu yıl ilk kez. Onun da çok güzel olduğunu söyleyen sayın meslektaşım Sevin Hoca' mın damak tadına güveniyorum. Kendisi çok övdü bu turşuyu, ben de hemen akabinde denedim. Yalnızca suyunun bile muhteşem olduğunu söyledi, biz henüz bu turşu  yoğunluğunda sırayı ona getiremedik, ama şimdilik pırıl pırıl ve çok güzel duruyor.
Yapmanız gereken tek şey dış yapraklarını soyup güzelce yıkadığınız lahanayı çok inceltmeden, orta kalınlıkta doğramak, sonra da gelsin sirkeli su...
İkisinin de yapılışı aynı daha öncekiler gibi, acı biber turşusu kurduğum usül. Buradan görebilirsiniz.
Yukarıda görüldüğü üzere salatalıklar kavanoza tıka basa doldurulmalarına rağmen ikinci gün fotoğraftaki şekli alarak yukarı çıkma eğilimi gösterdiler. Bunun nedeni olarak boyutunun sirke ile küçülmesi olduğunu düşünüyorum. Yada herşeyi bu kadar çok düşünüyor olmak istemiyorummm...



20 Ekim 2013 Pazar

Kuzu incik kebabı

Pilavı çok seviyorum, etli pilavı daha da çok...
Bu nefis ve pratik tarif de tam da bugünlere yakışır türden, bi yapın deneyin lütfen. Elde ettiğiniz etsuyu bile o kadar lezzetli oluyor ki, nereye kullanacağınızı bilemiyorsunuz...



  • 4 tane kuzu incik
  • 2 yemek kaşığı tereyağ
  • 1 yemek kaşığı domates salçası
  • tuz, karabiber
  • 1 tane kuru soğan
Düdüklü tencerenize tereyağını ve salçayı koyun. Ardından kuzu incikleri yerleştirin ve güzelce mühürleyin.
Bir tarafını iyice mühürleyip kızarttıktan sonra diğer tarafını çevirin ve kızarmasını sağlayın. 
Her yeri kızaran inciklerin üzerine 3-4 bardak su ve kabuğunu soyduğunuz bütün soğanı ekleyin ve kapağını kapatıp pişmeye bırakın. 
30-40 dakika arası (düdüklünüzün durumuna göre) güzelce piştikten sonra ocaktan alın. 
Etler zaten tuttuğunuz anda kemiğinden ayrılacaktır, fazla uğraşmanıza gerek kalmayacak. 
Yaptığınız nefis tereyağlı pilavın üzerine çok yakışacak ve afiyetle tüketilecektir hiç kuşkunuz olmasın.
İzlediğim programda içinden soğanı çıkartıp pilavını bu suyla pişirdi, aklınızda bulunsun. 

Okuduğunuz yazı, herşey seninle güzel' in 200. yazısıdır. Sabırla, zevkle ve hep özlemle, ve hep zaman yaratmaya çalışarak...Teşekkürler her geçen gün burayı yeni keşfeden ve yazılarımı özenle takip eden herkese... Sizi seviyorum...

"Bayram" deyince ben, susamadım bir türlü...

Bayram Kurban Bayramı olunca "en çok tıklananlar" da ilk sıraları etli kebaplar, kokoreçler, kuzu gömleği dolmaları almış...
Çok şükür bir bayrama daha erdik ve geride bıraktık bile...Bayramlarla ilgili olan düşüncelerime girmek bile istemiyorum şu an, zira ne çocukluğumda, ne de gençlik yıllarımda çok da hoş bayramlar geçirmedim hiç...Eksikti hep...Herşey... Annem varsa babam yoktu, babam varsa annem...Babaanne, dede, anneanne, hala, teyze, amca, dayı, kuzen...Hepsinden çokça vardı ama hiç yoktular, hiç olmadılar, hiç...Nefret ettim bayram sabahlarından o yüzden, o yalnızlıktan, o tek başınalıktan, yalnızca annenle bir yerlere gidecek olmaktan yada gidecek bir yer olmamasından...Sabırla bekledim hep 2. gününü, 3. gününü adı bayram olan o mutsuz yalnız günlerin...Üçüncü gün de sona erdi mi mutluluktan kanatlanıp uçasım gelirdi. Çünkü bir kez daha bağırır, delicesine haykırır bayram sabahları yüzünüze tüm yalnızlık ve çaresizliğinizi, tokat olur, yağar bir kez daha...
Bugüne gelince, kimseyle hesaplaşmalarım yok artık, affettim, geride bıraktım herşeyi, bunu önce kendim için yaptım, çünkü onca ağırlıkla yaşanamazdı. Annemin ölümüydü herkesin kafasına dank! eden, herkesi pişmanlık dolu, yaşlı gözlerle ve vicdanlarıyla başbaşa bırakan...O gün bugün herkes yanımda, lakin neye yarar en sevdiğim çok uzaklardayken...
Bayram ziyaretine gittiğimde teyzelerimde görmeye çalışıyorum annemi, itiraf ediyorum. Kardeş ne de olsa, benziyor illaki bir bakışı, tebessümü, elleri, kelimeleri, çocuk halleri...Görmeye çalışıyorum ve yakaladığım birkaç an beni rahatlatıyor. Fotofraflarını çekip beynime kaydediyorum hepsini...
Kaç kişi anlamıştır bu anlattıklarımı bilemiyorum, belki de çok saçma değil mi?...
Annelik gibi bişey bu işte, yaşamayan anlamıyor malesef!
Yazının 3. cümlesinde hiç girmeyeceğim bayram muhabbetine deyip ardından bu yazılanlar da ne?...
Neye niyeet, neye kısmet...
Bu yazının kaderi de bu kadarmış, yeni bir tarif değilmiş neticesi.
Geçmiş bayramlarınız kutlu olsun efendim...

9 Ekim 2013 Çarşamba

Yumurtalı taze fasulye

Bazen bir kase ayıklanmış nar, kuruyemiş dolu bir tabak bazen yada "annem evde kendisi kuruttu öğretmenim!" mesajıyla ikram edilen, cidden evde kurutulmuş ve çok lezzetli kuru meyveler...
"annem sizin için hazırladı" ya da "bunu da size gönderdi öğretmenim" diyen tatlı diller...
En beğendiği çikolatadan size de ayıranlar, neşe katanlar ömrünüze, yüreğinize...
Ne geldiği, ne kadar geldiği değil önemli olan, bir üzüm tanesi de olsa paylaşılan, paylaşılası olması, o kalpten size düşmesi güzel, çok güzel...
Paylaşmak değer vermektir çünkü. Çocuklar herşeyini paylaşırlar öğretmenleriyle...Evde olanı, canını sıkanı, yeni alınan ayakkabısını, tokasını, acısını bazen de, çok üzüntüsünü, mutluluğunu ve de...
Bugün tenefüste bir an "çok alıştım ben bu keratalara yahu, seneye kocaman olup mezun mu olacaklar bu bıdıklar şimdi...." diyerekten türlü düşünce geçti zihnimden. Hemen dağıttım o hüzün dalgasını...
Zaten bu ara sınıfımızda epey üzücü olaylar yani kazalar yaşadık bu sıra art arda ve beni fazlasıyla sarstı yaşananlar. Unutup olağana alışmam epey zamanımı aldı. Kimseciklere bişeycikler olmasın ne olur!
Anneliğin öğretmenliğime çok şey kattığını düşünüyorum, zira iki Melike arasında oldukça fark görüyorum. Pek çok anlamda...
Fazla duygusal bir yengeç insanı olaraktan burada bu konuyu noktalamayı gayet gerekli görüyorum kendime.
Bunların yanı sıra ezber bozup, farklı yemek deneyimlerine her daim devam eden ben, yeni ve leziz bir fasulye yemeği daha buldum kendime. Evden de onay alınca hemen paylaşayım istedim, mevsimi geçmeden.



  • Yarım kg taze fasulye
  • 2 yumurta
  • 1 tane kuru soğan
  • zeytinyağı
  • kurutulmuş biber
  • tuz, karabiber, pulbiber
  • yarım tatlı kaşığı biber salçası
Orjinal tarif sofra dergisinin son sayısına ait. Ben içine kuru biber ve salça ekledim yalnızca, güzel oldu...Nazillili damarım işte, illaki kuru biberi ekleyecek bir yer bulurum...
Fasulyeyi ayıkladıktan sonra küp şeklinde doğrayıp bir tencerede yumuşayana kadar pişirin.
Suyunu süzün ve bir kenara alın.
Bu arada küp doğranmış soğanı yağda kavurun. Üzerine kuru biberleri ve salçayı da ekleyin. Fasulyeyi de ekleyip biraz kavurun.
Bir kasede yumurta ve baharatları çırpın. Pişen fasulyenin üzerine gezdirip karıştırın.
Yumurtalar da pişince sıcak sıcak servis edin. Ben yanına domatesli pilav yaptım bir de...Çok mu güzel oldu?..Çokkkk....Acı severseniz pulbiberi bol tutun derim yada kuru biberleri acısından seçin mutlaka!


4 Ekim 2013 Cuma

Kuru meyveli kek (yoğurtlu, sirkeli )

Bazen böyle oluyor, sırada bekleyen onlarca tarif beklemeye devam ederken, damakta kesin bir iz bırakan, o her ne ise, birden diğerlerinin önüne geçiveriyor. Bu tarif mesela, aslında fotoğrafları da o kadar başarılı değil. Ki zaten doğru dürüst fotoğraf çekmeye vakit bile bırakmadı bu kek, akşam yapıldı, ertesi akşama dayanamadı...Kalan 4-5 dilimle idare ettik son anda görselini yakalamak adına. Onlar da bu çekimin ardından...
Şimdilerde kendisinden taze meyveyle, buzluktaki vişnelerimle yeni bir tarif üretmeye hazırlanıyorum. Çok sevdik kendisini çok...
Bizim evdeki meyve sevgisi malum...Kurusu da tazesi de pek bi seviliyor evdeki bayanlar tarafından! Erkeğimizin o taraklarda pek bezi yok....


Kaynak: cahidejibek

  • 3 yumurta
  • 1 su bardağı şeker
  • 125 gr tereyağ
  • 1 su bardağı kıvamlı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı sirke
  • 1 su bardağı kuru meyve
  • 2 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • üzümler için, 1 yemek kaşığı nişasta
  • keke kalıbı için, 1 çay bardağı kadar susam
Yumurta ile şekeri beyazlaşıncaya kadar çırpın.
Yoğurt, eritilip ılıtılmış tereyağı ve sirkeyi ekleyip karıştırın.
Un ve kabartma tozunu da eleyerek ekleyip karıştırın.
Ayrı bir kapta kuru meyvelerinizi nişastaya bulayın. Ben kuru meyve adına ne varsa kullandım, ayva, elma, portakal kabuğu...
Kek kalıbını tereyağı ile yağlayıp, her yerini güzelce susama bulayın. Orijinal tarifte susam için olmasa da olur demiş ama, bence olmazsa olmaz...O derece...


Hamurun yarısını kalıba dökün, kalan yarısına kuru meyveleri ekleyip onu da dökün üzerine. Böylece meyveler de asla çökmüyor dibine. Sonra hafifçe karıştırabilirsiniz belki, ben onu dahi yapmadım. Her zaman yaptığım gibi tezgaha vurarak kalıptaki havanın çıkmasını sağladım sadece....
170 derece önceden ısınmış fırında üzeri kızarana kadar, kızarmaya başladıktan sonra ısıyı 150 dereceye düşürebilirsiniz. Bu şekilde 20-25 dakika daha pişirdikten sonra fırından çıkarın. Ilımasını bekleyip servis yapın.


30 Eylül 2013 Pazartesi

Kış hazırlıkları 5: Fasulye turşusu

Turşu olayına kaptırmış gidiyorum, çok fena hem de...
Cam şişede kurulan turşu çok da başarılı olmadığından, evde de turşu kavanozu bırakmadığımdan, bir süre beklemeye almıştım kendimi. Ancaak, cam şişenin kapanmadan önce bir poşet ile havasız bırakılması tekniğini görür görmez hemen aldım, kabul ettim. Başlasın yeni turşu maceraları...
Başladı zaten, her cinsten yapılıyor. Onları şişesinde ilk birkaç gün boyunca seyretmek en büyük keyiflerimden biri. Gün be gün sararmalarını, olumlu gelişmelerini, değişmelerini takip etmek...
Geçen yıllarda yediğim turşu kavurmalarını düşünüp, çook da beğendiğimi hatırladım ve nerden düştüyse aklıma, fasulye turşusu yapmaya karar verdim. Üstelik şimdi tam de nefis nefis, tazecik güz fasulyeleri dolduruyorken çarşı pazarı, tam zamanı.


İnternette konu ile ilgili araştırma yaparken, bu alanda çok da fazla tarif olmadığını gördüm. Yani birçok sitede tarif var, ancak hemen hemen hep aynı tarif dolanıyor ortalıkta. Yani bu tarifi ilk koyan, ilk uygulayan kimmiş bilemedim, o yüzden kaynakça belirtemiyorum. Ben de kendime göre derledim tarifi. Sanırım Oktay Usta' ya ait orjinali, ama yine de emin olamadım. Bilen varsa ya da benimdir diyen varsa beri gelsin.
Fasulye turşusunun özelliği az sirke, çok su ve bol tuz...Sanırım kavurmadan önce suda bekletilmesinin nedeni de tuzundan arındırmak. Yapıp göreceğiz Allah nasip ederse...


  • 1 kg yeşil fasulye
  • 1 çay bardağı sirke
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 2 çorba kaşığı kaya tuzu
  • 4 su bardağı soğuk içme suyu
  • 4-5 diş sarımsak

Fasulyeleri yıkayıp, ayıklayıp, çok kısa olmayacak şekilde kesin. (2' ye bölün mesela)
Ardından kaynar suya atıp 2 dakika kadar, fasulyenin rengi dönene kadar haşlayın.
Hemen, önceden hazırladığınız buzlu suya atın ki, diriliğini kaybetmesin.
Bu arada fasulyelerin suyu süzülürken siz de sirkeli karışımı hazırlayın. Tuzu, sirkeyi, suyu ve şekeri elinizle, metal kaşık kullanmadan iyice karıştırın.
Temiz ve kuru bir kavanoza fasulyeleri güzelce dizin. Araya sarımsakları yerleştirin. Ben renk olsun diye ve çok sevdiğimden kırmızı biber de ekledim azıcık.
Üzerine hazırladığınız sirkeli suyu dökün ve ağzına temiz bir poşet geçirip (hava almaması için ) kapağını sıkıca kapatın. Sonrasında poşetin kenarlarını keserek düzeltebilirsiniz.
Tüm turşugillerde olduğu gibi güneşin uğramadığı, serin bir yerde bekletin.
 Kavurup kavurup yiyelim sonra...
Gerçi sırf o haliyle de çok nefis olacağına eminim. Benimkilerin bir gecede aldığı hal budur, hemen sarardılar...Mutluyum...

26 Eylül 2013 Perşembe

Endaze börülcesi taratoru

Bazı anlar vardır, bazı insanlar, bazı sözler, bazı bakışlar...Durup düşünmeye, belki de silkinip kendine getirmeye, bişeyleri değiştirmeye yarar. İnsana çok iyi gelir hani...
Öyle oldu, Ayşe Hanım' ın son yazıma bıraktığı yorum beni öylesine mutlu etti ki, silkinip kendime getirdi, işler bu kadar yoğunken beni şu bilgisayarın başına oturttu. Teşekkürler, çok teşekkürler...
Okulların açılmasının ardından uzunca bir ara vermişim "herşeye" , farkında değilim. Günler o kadar hızlı ve dolu dolu geçiyor ki, yetişmek imkansız...
Her zaman çok sevmişimdir zeytinyağlı börülceyi, bol domatesli, o domatesin suyuyla pişer hani usul usul ateşte...Ne keyiflidir yoğurt eşliğinde ona ekmeği banması...Fazla alınır mutlaka ve tarator da yapılır aynı zamanda. O zaman özellikle endaze börülcesi seçilip alınır pazardan. O etli, uzun ve bereketli börülceden daha güzel olur çünkü, daha bi lezzetli. Kalınları daha uzun kesilip taratorluk, daha ince ve tazeleri küçük küçük doğranıp yemeklik ayrılır. Her ikisi de nefis!


Her zaman arar gözlerim pazarda, geçenlerde tam da aradığım gibi tazecik tarafından bulup epeyce aldım. Ve özlediğim tat soframızda!
Bir parmak uzunluğunda kestiğiniz börülceleri rengi dönene kadar haşlayın. Börülce tam anlamıyla piştiğinde ocaktan alıp üzerine soğuk su gezdirerek suyunun süzülmesini sağlayın.
Diğer tarafta yarım kg kadar börülce için 8-9 tane iri sarımsağı mutfak robotunda iyice kıyın yada varsa havanınız sarımsağı tuzla güzelce ezin, eski usul... Annem işin sırrının sarımsağı çok iyi ezmekte ve zeytinyağını sarımsağa çok iyi yedirmekte olduğunu söylerdi. Havanda delicesine dövülen sarımsağa yağını azar azar  kaşıkla yedirmeyi de çok iyi bilirim, hem de ta çocukluğumdan beri!


Aslında tüm maharet sosun rengini bembeyaz yapabilmek! Ne kadar beyaz, o kadar başarılı!
Ancak şimdilerde ne havanım var, ne de azar azar vaktim...


Robotta tuzla birlikte iyice çektiğiniz sarımsağın üzerine bir fincan kadar zeytinyağı koyup robotu tekrar çalıştırın. Yağla iyice özleşen karışıma sıktığınız 2 limonun suyunu ve bir bardak kadar suyu ekleyin. Sosu, haşlanıp suyu süzülmüş börülcenin üzerine dökün. Hafifçe ters yüz edin ve birazcık daha zeytinyağı gezdirdikten sonra bir gece buzdolabında bekletin.
Sosunu tümüyle içine çeken bu nefis salatayı artık afiyetle tüketebilirsiniz. Belki yanına patlıcanlı bi bulgur pilavı da fena olmaz!
Of, of, of!

17 Eylül 2013 Salı

Sarımsaklı karides tavada!


24 yaşına kadar yediği balık miktarı yarım levrek boyunu bulmayan ben, bugün tam anlamıyla bir balık severim. Yalnızca balık mı, tümmm deniz ürünleri... Ne çok şey kaybetmişim yıllarca, boşa geçmiş, yazık!
Özellikle eşimin katkısı büyük bu konuda, balığı o sevdirdi bana, şimdi ben ondan daha tutkunum, o ayrı! 
İlk zamanlar usul usul yaklaştım, emin adımlarla ilerlemeye çalıştım bu konuda. Çünkü ne kokusuna, ne görüntüsüne dayanamaz, nohut kadar balık yese midesinde yer bulamayıp geri gönderen biriydim ben. Zamanla hepsiyle haşır neşir oldum, olduk...Hepiciğini çok sevdim, çok beğendim. 
Karides de, hele ki bu haliyle... ( ben her haliyle bayılıyorum aslında sanırım) 
Ancak bu tarifi mutlaka denemek lazım, çünkü hem çok kolay, pratik, hem de çok lezzetli...
Balıkçıya gidilip yalnızca balık alınmaz bizde, yanında biraz karides, biraz kalamar derken topluca gelinir eve.
Balık sofrasına da konuverir hemen tazecik karidesler, mahrum bırakılmaz.
  • 300 gr kadar ayıklanmış karides
  • 2-3 diş sarımsak 
  • tuz, toz kırmızı biber
  • 1 yemek kaşığı tereyağ

Yapılışa gelince...
Yıkanıp ayıklanmış karideslerin suları süzülür. Tavaya bir yemek kaşığı kadar tereyağ konur. 
Ardından karidesler tavaya alınır ve pişene kadar ters yüz edilerek nazikçe pişirilir. 
Kızaran karidese ezilmiş sarımsak atılır. Sarımsağın tavaya tam olarak yayılması sağlandıktan sonra bir çay kaşığı dolusu toz kırmızı biber  ve tuz da eklenerek karıştıktan sonra ocaktan alınır. 
Vee sarımsağın aromasına bürünmüş, tereyağlı nefis karidesler bizi bekler!


14 Eylül 2013 Cumartesi

Kabak çiçeği dolması ve AŞK!

"Annecim, seni çok seyiyom. "
Çok sevdim evet, her annenin evladına bayıldığı, hayran kaldığı kadar ben de kızımı çok fazla sevdim.
Çok öptüm, çok sarıldım, "günde 20 kere sarılın, iyidir" dedi pedagoglar ben zaten sarılmalara doyamadım...
Uyuyunca özledim, onu çok sevdiğimi, onun hep yanında olduğumu söyledim her defasında.
Bunun karşılığını da sıklıkla aldığımı düşünüyorum şimdilerde, hem de doyasıya, hem de baldan tatlı bi halde!

Hiç "cıs, polis amca, doktor teyze, ee, pis, düt düt, beş beş..." girmedi hayatımıza. Ona hep büyük insan gözüyle baktık ve herşeyi, her zaman tüm çıplaklığıyla anlattık. Elbette onun seviyesine inerek. Anlatınca anlıyorlar aslında ve bu fazlasıyla hoşlarına gidiyorl. "Adam yerine koydu beni, oturdu anlattı bi güzel! " diyorlar belki içlerinden.
Çevremdeki bazı anne babaların çocuklarına olan tutum ve davranışlarını gördükçe ilerisini düşündüm hep ve duraksadım  çoğu zaman, kaygılandım bir parça.
"Televizyon izlemiyor demek, peki ne yapıyor, nasıl vakit geçiriyor? " diyenlerin bu komik sorularını garipsedim ve de çoğu zaman. "Çocukla çocuk" olduktan sonra yapılacak o kadar çok şey buldum ki her defasında. Her şey bi oyun aslında!
Şimdilerde 29 aylık, teşekkür etmeyi bilen, duygularını kolayca ifade edebilen, çevresiyle iletişim kurabilen ve "annecim seni ÇOK seyiyom "diyen kocaman bir Naz ablam var benim.

-Senin adın ne ?
-Naz abla!

O kadar güzel ki ondan bunu duymak, o kadar ömre bedel ki...Galiba doğru bişeyler yaptık, güzel bi ürün var ortada diyebileceğim öyle güzel bir aşk ki o...
İllaki sevgiliye duyulanın adı değilmiş aşk, evlat da varmış işin içinde. Kokusunu içine çektikçe doyamadığınız, her geçen gün daha da, daha da çok sevip şımarttığınız dünya güzeli varmış.
Önce babası geldi girdi hayatıma, adı aşk oldu, sonra kızı...
Kendisini göremediği fotoğraflara bakıp bakıp "ben nerdeyim anne? "diye kocaman bi soru işaretiyle bakan yüzüme.
Herşeyini, her keşfini, her halini çok seviyor insan. Her geçen gün daha da çok...
............................

Ve bir yandan pazar yerine yakın bir evde yaşıyor olmanın en büyük nimetlerini yaşıyoruz ailecek. Sabah kalkıp erkenden pazarı dolaşmak, tazecik sebze meyvenin tadına bakmak, el değmeden poşete koymak, sabah sütünü alıp eve getirmek... Henüz toplanmış kabak çiçeğini mutlulukla alıp, tencereye koymak ve ona da hayran olmak, kendi adıma! Bu da bir aşk aslında, mutfağa duyulanından!
O kadar mutlu oldum ki o bir tencere dolmayı kendi evimde yapınca ve tadına bakınca, bu mutluluğu ancak yaşayan anlar diye düşünüyorum.
Hep restoranlarda isteriz, getirir koyarlar önümüze en fazla 4-5 tane, "bi gözüm gördü, öbür gözüm görmedi" misali kaderine boyun eğersin!
Ama bu sefer öyle olmadı, o kabak çiçekleri elde edilebiliyormuş meğer, hem de yok paraya.


Evet biraz narin oldukları kesin, ama birkaç tanesini doldurduktan sonra raconu kapıyorsunuz, zira çok doldurmamak lazım.

  • 3 bağ kabak çiçeği ( her demette 10-11 tane varmış)
  • 2 tane kuru soğan
  • 2-3 diş sarımsak
  • 1-1,5 su bardağı yıkanmış ve sıcak suda ıslatılmış pirinç
  • 1 tane çok ince rendelenmiş domates
  • 1 tatlı kaşığı biber salçası
  • kuru nane, tuz, karabiber, yenibahar, pulbiber
  • zeytinyağı
  • kıyılmış maydanoz yada dereotu
Pirinci önceden ıslatmak şart çünkü çiçekler çok kolay pişiyor, pirinçler yolda kalır!
Kabak çiçeklerini aldıktan sonra çok vakit kaybetmeden doldurmak gerek. Saplarından ayırıp, nazikçe yıkadıktan sonra sularını süzmeye bırakın.


Bu arada ince doğranmış soğanı yağda kavurun.
Domates rendesini ve salçayı ekleyin.
Sarımsağını, pirincini, maydanozunu ve baharatlarını ekledikten sonra ocaktan alın.
Biraz soğuduktan sonra çiçekleri nazikçe doldurmaya başlayın.
Yarısına gelecek kadar su ekleyip, kısık ateşte pişmeye bırakın.


Tüm suyunu çektiğinde pişmiş oluyor, şöyle bol limonla....İçine karabiberi de biraz fazla koymak lazım diye düşünüyorum, zira benim pek öyle girişimlerim olamıyor artık çünkü Naz abla henüz o kadarını çok da sevimli bulmuyor!





6 Eylül 2013 Cuma

Sebzeli, kremalı tavuk suyu çorba

Bu gece kelimenin tam anlamıyla, tam da karmakarışık oturdum bilgisayarın başına...
Onlarca fotoğraf arasında gittim geldim, beğenemedim hiçbirini. Karar kılamadım aslında hiçbirinde. Aslında niyetim "ne kadar da çokmuş!" dediğim kış hazırlıklarına biraz ara vermekti.
Ve aslında niyetim çokça konuşup, bir nevi dertleşmekti...

Önce kapısından gireli dakikayı bulmadığım bir butikte, kafama kendi yarım kadar bir manken yedim. O esnada tek yaptığım Naz' ın nerede olduğunu kontrol etmekti.  Neyseki olanların farkında değil, bulduğu en topuklu ayakkabıları bana bir an önce gösterme ve denetme çabası içindeydi yalnızca.
 Kaşımın üzerinde bir yarık, saatler süren zonklama, ısrarcı bir başağrısı ve gözümde günler süren bir morluktu bana kalan sonunda. Aynaya her baktığımda girdiğim o dükkandan bir kez daha nefret ettim. Ve her defasında eşinden şiddet gören kadınları düşündüm, ben böyleysem, o kadınlar nasıl severler bu hayatı, nasıl bakarlar o adamların yüzüne her defasında ve belki de mecburen! Nasıl tiksinmezler herşeyden ve bu düzeni bozuk dünyadan...

Henüz çok taze bu durumun ardından 3 gün boyunca da ateşler içinde yattım, uyuyabildiğim her dakika kabuslar gördüm. En son gece, ateşim yine 39' u bulduğunda dayanamadım ve tekrar hastanede aldık soluğu. O gece ve devamında yediğim iğnelerden doğan yeni morluklarım kaldı yanıma bu kez.
Ve tabi bu hastalık bana öğretti ki benim eşim mutfakta tam bir felaket, yada ben onu fazla tembel hale getirmişim. Çünkü hatırlıyorum, henüz yeni tanıştığımız dönemlerde bana konserve de olsa yemek yapmışlığı, güzelcene de bir tarhana çorbası hazırlamışlığı vardı. Tamam içinde fışkıran bir cevher yoktu belki ama olan da buharlaşıp havaya karışmış zamanla.
Bir hafta boyunca sürekli yemek sipariş ettik ve gördük ki bu durum inanılmaz sıkıcı. Kurduğumuz sofraları ailecek özledik. Hatta ilk günün sonunda Naz "ben aç kaldım" diye söyleniyordu kendi kendine. Gel de kahrolma!
Tabi arada eşimden gelen "sana çorba yaparım ben" teklifini hızlıca reddettim, çünkü gözümde canlananlar hiç de hoş şeyler değildi. Neticede mutfakla uzaktan yakından alakası olmayan- yemek dışında, güzel yer!- bundan da hiç şikayeti olmayan bir eşim olduğu yıllar sonra kafama iyice dank etti. Ancaak insan sevdiğinin o beceriksiz hallerini bile seviyor. Yapacak birşey yok malesef, seni böyle aldım kabul ettim ben güzel insan, sayın Yılmaz!
Son iğnenin ertesi günü ise hem Naz hem de benim için okul sezonunu açtık.
Naz okullu oldu bu yıl, okula gidiyor olmak, kitaplar, hamurlar, öretmen!, yeni arkadaşlar, gözlemlenecek pek çok yeni durum...Hepsi, hepsi Naz için mükemmel şeyler! Bir de şu ayrılık anları olmasa! En çok da bana zor geliyor desem...
Hatta geçen sabah elbise delisi kızım şort giymek istemediğinde "ama öğretmenin bu sabah şort giymeni istemişti" diyen babasının sözünü bile dinledi minik sıpa... Ki bu konuda baba-kız ve anne-kız olarak çok ciddi kıyafet sorunları yaşamış bireyleriz. Çünkü Naz illaki elbise giymeli ve mütemadiyen o eteklerini savurmalı nazlı nazlı yürürken...

Bütün bunların ardından size öyle bir çorba tarifi vermeliyim ki hasta olduğum günlerin de acısı çıksın aradan. Ben bu ara Naz' ın yediği herşeye bolca ve çeşit çeşit sebze ekleme telaşındayım. Herşeyin içine birkaç sebze tıkıştırıveriyorum, biz de severek yiyoruz. Bu da öyle güzel bir çorba. Bir kez yapın, ikinciyi muhakkak yapacaksınız.


  • 1 tane tavuk budu
  • 2 yemek kaşığı un
  • tereyağ + zeytinyağı
  • yarım su bardağı krema
  • muskat rendesi
  • evde bulunan sebzelerden bir demet, mesela 1 kırmızı biber, 1-2 yeşil fasulye, küçük bir patates, yeşil biber, havuç... Sebze olayını çok da abartmayın, 2-3 çeşit olsa yeter.
  • tuz
Haşlayıp ufak ufak didiklediğiniz tavuğu bir kenara alın.
Tenceredeki yağda unu kokusu çıkana kadar kavurun. Üzerine 3-4 bardak su ilave edin, tavuk suyunuz mesela ve karıştırarak kaynamasını sağlayın.
 

Minicik küpler halinde doğradığınız sebzeleri ve ardından tavuk parçalarını çorbaya ekleyin. Sebzeler çok küçük boyutta olduğundan çabuk pişecek ve herkes afiyetle tüketecektir. 
Tuzunu ve muskat rendesini ekleyin ve ocaktan almaya yakın kremayı da ekleyip altını kapatın. 
Nefis çorbanız servise hazır...Afiyet bal herkese!


Böyle de bi başkadır benim kocam...Bulduğu yerden, umulmadık anda bir demet çiçekle dikiliverir karşınıza, Hastalık filan unutulur bi 5-10 dakika!


                    Böyle de çok sevilir hayatımın bu en güzelleri. Varlığınız ömre bedel, seviyorum sizi...









30 Ağustos 2013 Cuma

Kış hazırlıkları 4: Şişe domatesi yada konserve domates

Domatesin şişelenmesi yöntemine çokça karşıydım. Çünkü domatesin bu şekilde suyu kaybolana kadar uzunca pişirilmesi ve bu sayede kalan kısmın yalnızca posadan ibaret olması, hiçbir besin değeri ihtiva etmemesi beni caydırıyordu. Üstelik bu konuda uzmanların da net görüşü bu yönde! Ancak bu yıl arkadaşımdan öğrendiğim bu yöntem beni epeyce mutlu etti ve ben de şişe domateslerimi hazırlamaya koyuldum.


Bu yöntemle, domatesi hiç pişirmedim. Yalnızca kabuğunu soyup, incecik küpler halinde doğradım. Bu esnada "Nicer dicer plus" adlı harika yardımcımdan destek aldım. Eğer hala yoksa mutlaka bir tane edinin, çünkü muhteşem bir alet, özellikle böyle kapsamlı işlerde işinizi o kadar kolaylaştırıyor ki...Allah razı olsun dedirtiyor.



Yalnız dikkat etmek ve orjinal ürün almak gerekiyor, çünkü diğer üretimlerin bıçakları ve seriliği asla orjinali gibi değil."Top Shop" adlı site yada mağazadan almak evet biraz daha pahalı ama buna değiyor.
 Orjinal olmayan birkaç ürünü de denemişliğim var, o yüzden bu kadar emin konuşuyorum.
Doğradığım domatesleri kavanozlara doldurdum. Ardından sıcak kavanoz kapaklarını ( ve yeni! ) sıkıca kapattım. Kavanozların yarısına gelecek kadar su doldurduğum düdüklü tenceremin içine ters şekilde koydum. İçine üç tane kavanoz alıyor bu şekilde.


Tencerenin kapağını kapatıp tıslama sesinden sonra 5-10 dakika daha kaynatıp dışarı çıkardım ve ters şekilde bir gece daha beklediler. 
Sonrasında konserve domatesler hazır, kışlık dolabınızda yerlerini alsınlar, zira benimki her geçen gün daha da zenginleşip güzelleşiyor. 


25 Ağustos 2013 Pazar

Kış hazırlıkları 3: Kavanoza yaprak basma


Hiç bir zaman hüsrana uğramadığımız bir yaprak saklama yöntemidir kendisi.
Bir o kadar da kolay olması yapmamak için bir neden bırakmıyor insana. Tek gereken kuru ve temiz bir kavanoz, yeni alınmış kavanoz kapakları... Konserve hazırlayanlar bilirler, bu işler için illaki yeni yada yeni alınmış kadar darbesiz, lekesiz kapaklar gerekir. Kapağınız kapanmaz, konserveniz tutmaz aksi takdirde.
Bir de incecik ve tazecik nefis yapraklar buldunuz mu tamamdır.
Yapraklar dörder, beşer alınır, üst üste konur ve üç tarafından katlanarak (bir zarf şekli almış haldedir) kavanoza sıkıştırılır. Yine, bu işlem sırasında da kavanozda pek boşluk kalmamasına, düzgün yerleştirmeye dikkat edilir.
Kaynatılan ve sıcak haldeki kapaklar bir havlu yardımıyla tutularak, hiç vakit kaybetmeden kapatılır. Sıkıca kapatmaya özen gösterilir ki hava almasın.
Ardından bir gece ters bir şekilde kalmaları sağlanır. 2-3 gün içinde de gözleneceği üzere yapraklar sararmaya ve yukarıdaki rengi tümden almaya başlayacaktır.
İstediğiniz zaman çıkarıp, üzerine şöyle bir sıcak su gezdirip nefis sarmalar hazırlayabilirsiniz.
Aynı işlemi pet şişelere uygulayanlara ( kola şişesi mesela ama bizde o da yok, olmasın da zaten) çok rastladım ama bizim evde ben kendimi bildim bileli hep cam kavanoz kullanıldı. Ben de aynı yoldan devam ediyorum...

22 Ağustos 2013 Perşembe

Kış hazırlıkları 2: Turşu Yapımı

Eski evimizin kocaman terasını resmen bahçeye çevirmiştik. Taşınırken de zaten en zoru o kilolarca toprağı dışarı taşımak olmuştu. Şimdilerde çok şükür, bu iş için yalnızca kendi halinde saksılar kullanıyoruz. Elde ettiğimiz ürün de gayet hatrı sayılır miktarda. Benim günde 3 öğün acı biber tükettiğim de göz önüne alınırsa ve bunun yanında bir kavanoz da turşu kurduğum...İşler oldukça iyi gidiyor denilebilir. 


Turşu kurmanın annemden öğrendiğim ve yaşayarak gördüğüm bazı püfleri var. 
 Ben turşumu sirkeyle yapıyorum mesela, üzüm sirkesiyle. 
Sonra kullandığım suyun mutlaka soğuk içme suyu olmasına özen gösteriyorum, musluk suyu değil.
Kullanacağım biber, salatalık, havuç, ne ise önceden yıkayıp iyice kurumasını sağlıyorum, malzemeler oldukça canlı olmalı ayrıca.
Kaya tuzu tek tercihim bir de.
Cam kavanozda turşu olmuyor benim deneyimlerime göre, plastik, şeffaf turşu kaplarında, ağzı içe basık olan kapakları kullanmak lazım, malzemeyi içe itmesi, tümünün suda kalmasını sağlaması açısından.
Ve en önemlisi de saklama koşulu elbette. Serin ve karanlık- güneş görmeyen- bir yerde muhafaza etmek lazım. Ha bir de kavanozun kapağını sıkıca kapatmak, hava almasın...


Bu ilk yaptığım kavanoz idi... Artık yok...

Gelelim ölçülere;
  • 1 su bardağı soğuk içme suyu
  • 2 su bardağı üzüm sirkesi
  • dörtte bir su bardağı kaya tuzu (çeyrek su bardağı)
Tümü için aynı nitelikte bir bardak kullanmalısınız. Yapacağınız malzemeye göre miktarı ayarlayabilirsiniz, ben sadece oranı verdim. Örneğin benim kullandığım orta boy kaplar için 2 bardak suya, 4 bardak sirke ve yarım bardak tuz yetti. 
İçine mutlaka kırmızı biber doğrayın irice derim, çok güzel oluyor.
Tüm malzemeyi temiz ve kuru turşu kabına koyduktan sonra ayrı bir yerde hazırlayıp güzelce karıştırdığınız sirkeli karışımı üzerine ekleyin. Suyun tüm malzemeyi örtecek şekilde olmasına ve kapta çok fazla boşluk kalmamasına dikkat edin. Zira yerleşim esnasında düzenli olmak ve çokça malzemeyi kavanoza doğru bir şekilde yerleştirmek önemli. 


20-25 kadar kuru nohutu da suyu eklemeden önce kavanozun üzerine serpiştirin. Varsa sarımsak, havuç, salatalık, kenarlarına ince kesilmiş limon dilimleri.... Yaratıcılık size kalmış. Kayınvalidem mutlaka bir tutam maydanoz koyar en üstüne, bozulmayı önlermiş. Hiç tercih etmedim, hiç de bozulmadı. 

Daha önce bahsetmiştim, ben ilk kavanozu neredeyse bitirdim, iki haftaya yenecek kıvama geliyor zaten. Yeni yaptığım turşuların biberlerini bizzat babam elleriyle topladı, sağlıkla afiyetle yemek nasip olur inşallah.
Yaptığı yemeklere bile " Allah sağlıkla, huzurla yedirmek nasip etsin. " dualarını katardı annem. Alışkanlık, ben de yaptığım şeylerden dualarımı hiç esirgemem...