29 Kasım 2013 Cuma

Zaman...


Bazen, dünya duracak sanıyorsun, dönmeyecek bi daha. Ağaçlar çürüyecek, deniz kuruyacak, güneş hiç doğmayacak, rüzgar hiç esmeyecek...
Yada bir kez daha gülemem artık diyorsun, en sevdiğim krokanlı pastayı bile görsem mutlu olamam, hayattan tat alamam artık, almamalıyım da...Kaldığı yerden nasıl devam eder ki hayat, etmez diyorsun, edemez, mümkün değil. Onsuz ne kadar gereksiz bu telefon bile ...Her gittiğin yerde elin yine telefona gidiyor aylarca, aynı yerde olmasanız da oradaki bi güzelliği paylaşmak, aynı yerdeymiş gibi olmak adına, hep öyle yapardınız çünkü...
"Daha kırkındaymış, ne kadar da gençmiş!" dediklerinde yalnız karşındakini değil, tüm insanları parçalamak istiyorsun, hala bu dünyada oldukları için...Kendinle hesaplaşmaların zaten hiç bitmiyor...
Neden....Bu sorunun sonu gelmiyor, ve keşkelerin...
Ama sonu hiç bilmiyor ki insan, son telefon, son gülümseyiş, son kavga, son söz yada son ayrılık , hangisi en son olacak, nerede gelip bulacak bizi ölüm... Ve bir gün, o an apansız geldiğinde "birlikte yapacak daha ne kadar çok şeyimiz vardı!" cümlesi ağızlarda. Yarım kalıyor herşey, çünkü herşey hep yarım aslında...Hep devam edeceğini sanıyoruz oysa ki biz bu hayatın, sonsuza kadar varolacağız sanki...
"Kışın ardı bahardır..."
"Herşeyde bir hayır vardır..."
"Allah birini alır, ötekini verirmiş..." gibi onlarca özlü söz duyuyorsunuz çevrenizden.
Herkes üzgün, herkes ağlıyor. Çıkıp haykırmak istiyorsunuz şuursuzca bakarken hepsinin sıfatına, "hanginiz sevebilir onu benim kadar? " diye...İnsanlardan büsbütün soğuyorsunuz.
Rüzgar bir gün öyle ters bir yönden esti ki benim hayatımda, sonrasında depremler olacak, gerçekten kıyamet kopacak sandım. Nasıl devam edileceğini hiç tahmin edemedim, hiç düşünmedim çünkü....
Sildim hafızamdan çoğu ayrıntıyı sonrasında da, hatırlamak istemedim belki de bazı şeyleri...
Sonrası, sonrası korkunç...
Sonrası "Hayır, böyle değildi bu kız, dur bakalım" diyerek sabırla zamanın geçmesini, yoğun bakımdaki hastanın gözlerini açmasını beklediği gibi bekleyen eşimin marifeti...Hiçbişeyimizi kolay elde etmedik ki biz, birbirimizi bile...
Aylarca tüm insanlardan nefret ettim, gittim kapkara perdeler aldım evime, herkesin annesini kıskandım durdum kendimce, hoş hala da kıskanıyorum..."Annem..." diye başlayan cümlelerden nefret ediyorum. "Niye bizi bu kadar çabuk ayırdın Allahım" diyorum...
Anneannemi kaybettiğimizde yetmişini geçmişti. Durmadan namaz kılıp dualar okuyan, evlatlarını terazinin farklı kefelerinde tartan, kendini çok seven, bizi de pek o kadar sevme zahmetine girmemiş bi kadındı. Yokluğu annemde nasıl bir acı bıraktı bilmiyorum ama söylediği hep "Annelik yapmasaydı yine de, oracıkta yaşadığını bilseydim keşke.." olurdu. Annelik başka bişeymiş çünkü, her doğuran anne olamıyormuş anladım. Sonsuz bir sevgi, özveri, canından canmış, benim kolum kopsun da onun canı yanmasınmış annelik...
Bizdeyse durum çok farklıydı...Annemi, hayatımın en temel kaynağını kaybetmiştim ben...Katlanması, alışması, yaşamaya çalışması ve elbette yeni bir yaşam kurması hiç kolay olmadı. Toparlandım, kendime geldim, bunun en büyük nedenini eşimde gördüm çünkü... O beni hiç bırakmıyordu, bana güveniyordu, beni seviyordu, hayatını benimle birleştirmişti. Bense, hayatta herkesin hep dimdik görmeye alıştığı Melikeydim, ama bu kez çökmüştüm, üstüme dağlar yıkılmıştı, kalkamamıştım altından...

Sen sevgili eşim, hep değer verdin bana, annem tanısa seni, görse bu yaptıklarını seni daha çok severdi benden dedim içimden yüzlerce kez...Hiç yaşayamayacağım bir durumu kıskandım sayende defalarca. Nasıl iyi anlaştığınızı hayal ettim ve de...Bıkmadan usanmadan yüzlerce kez aynı hayalleri kurdum ben seninle. Ve çok mutlu oldum yanında, kendime güvendim hep, "korkusuzluğum" oldun benim...
Yokluğunda terliklerinin şeklini, pijamasının katlanışını bile bozmaya kıyamadığım adam, hayata tutunmamı sağlayan kocaman yürekli, kocaman insan...Annem, babam, abim, arkadaşım, sevgilim, can yoldaşım...Hepsi oldun bana, kızımıza baba oldun sonra...Ne çok yakıştırdım sana babalığı, nasıl sevdim sizi yolda yürürken arkanızdan baka baka...
Son iki buçuk yılımsa iyileşmenin en hızlı yaşandığı yıllar oldu aslında. Kızım, kızımız kopmaz bağlarla bağladı beni hayata...Kabuk bağlamış tüm yaralarımı söküp attı son bir defa... İzleri...Kaldı elbette...Ama varoluşumuzun bundan ibaret olduğunu, yaşamak denen şeyin ve bu dünyanın kocaman yalanını bu sayede öğrendim. Yaşama dair hayal ettiklerim bundan 10 yıl önce ne kadar farklıydı, yaşamakta olduklarımsa bambaşka...
Her gün, her anım için şükrediyorum Allaha, ama özlüyorum işte, elimde değil, çok özlüyorum ve arıyorum seni... Bazen rüyalarımdan sıçrayarak uyanıyorum, seni aramaya çalışıyorum ama numaran hafızamda değil, deli oluyorum. Uyanıp bir süre daha düşünüyorum ama bir türlü hatırlayamıyorum ve soruyorum beynime, bunu neden sildin, ne zorun var benle diye...
Anlamak mümkün değil bazı şeyleri...Anlayamıyorum aslında, hala şu anki sensizliğimin nedenini bulamıyorum...
Her yıl bugünü saat saat yaşıyorum, hep aynı tekrar, hep aynı yıkılış, sonsuz çaresizlik Rabbimin karşısında...Değişmiyor hiçbirşey, yokluğunu da azaltmıyor...
Koşup kucağına oturmak, sarılmak sıcaklığına yine, " annem, kıvırcık kuzum, zeytin gözlüm..." deyişini duymak ve haykırmak delicesine
SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM, YOKLUĞUNA Bİ TÜRLÜ  ALIŞAMADIM ANNE....

26 Kasım 2013 Salı

Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.




Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.

"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;


Bir boomads advertorial içeriğidir.

19 Kasım 2013 Salı

Aşure ayı ve kuru incir tatlısı

Her yıl olduğu üzere kaynattık tencerelerimizi, yaptık aşuremizi... Yaptık ettik derken, kimseyle değil elbet, yine bir başıma! Kolay iş değil, vallahi değil ancak sonucu pek bi keyifli... Bu yıl her yıldan farklı olarak daha da çok kişiye tattırdım aşuremi..."Allah kabul etsin, ne güzel olmuş" dilekleri yetti de arttı bile yorgunluğumu çıkarmaya.
Bazen düşünüyorum da, yemeye gayet de düşkün sayılabilecek nitelikte bir insanım, severim yani. Bakıyorum çevreme, tüm insanlar seviyor yemeyi, herkes midesine düşkün en az benim kadar. Hatta kilo almayalım diye yemez oluyoruz bir yerden sonra...Eee peki biz bu çocuklara niye kolaycacık yemek yediremiyoruz. "Aaa hadi ben acıktım, zeytinyağlı kereviz mi var, yiyelim hadi! " cinsinden olmuyor çocuklarımız...Yani biz nerede yanlış yapıyoruz da bu çocuklar bizim gibi yemek yemeye bayılmıyorlar yada hepimizde yapılan ortak hata nedir Allah  aşkına?
Var biryerlerde var, bi yanlış var ama nerde? Yada o yaşta asıl ve en çok önemli olan oyun da o yüzden mi tüm hayatımız oyunsallaşıyor. Bizim gibi değil, öncelik oyunda yani. Çünkü oyunla öğreniyor herşeyi... Okuduğum tüm kitaplarda oyunun lideri her seferinde değişsin, oyunda onun sizi yönetmesine izin verin diyor. Naz bayılıyor mesela "annecilik " oynamaya.
-Annecilik oynayalım mı kıcım!!!
-Hadi kıcııım anne de bana!!!
İkimizin de okuldan geldiği o ilk buluşma saatlerimizde açlıktan gebersemde ne mümkün yemek yemek... "hadi oyun oynaalım"
Tamam oynayalım ama bir yerden sonra "annecim bana senin okulundaki gibi yemek vermiyorlar biliyo musun? " deyip, büküp dudağımı acındırmanın dibine vuruyorum.
Sırf tuvalette oturmayı seviyor bari orada da keyifli vakit geçirsin, kursağından biraz da bilgi geçsin diye klozetin karşı duvarı hayvan, sayı, sebze meyve posterleriyle yıkılıyor.Bayılıyor onlara, tabi sonuçta ne oluyor, kendi oturmaktan yorulduğunda:
-Anne çişin var senin hadi yapsana!
- hayır yok annecim
- var var hadi otur da yapsana hadi hadi hadi....şeklinde kıvranmalar devam ediyor. Sonuçta oturuyorsun o klozete...
- ama sana çok yor sorcam tamam mı...
Yor sormak zor sormak anlamında...
Çook keyifli çok eğlenceli elbette her noktası bu sıpayla vakit geçirmenin, sadece uykusu geldiğinde pek çekilmiyor bu çocuklar o kadar. Sanırım uykusu geldiğinde ve acıktığında tüm bireyler başkalaşıyor, ben dahil! Kalktın sonunda yine lafı beslenmeye getirdin ya helal sana Melike!

Haa bu arada benim muazzam ve gerçekten başarılı olduğum konu için yani aşure tarifim için tıklayın lütfen!  Mütevaziyim çok mütevazi...

Aydınlı olmaktan kaynaklanan, incirle özellikle de kuru incirle fazlaca haşır neşir olma durumu bende de var. Kurabiyesi, keki, döneri, tatlısı derken liste her geçen gün kabarıyor...
Bu da en kolaylarından, canınız tatlı çektiğinde yada acil bi misafir alarmında çok işe yarayan cinsten. Koy tencereye üç beş incir, koy ortasına cevizi, dök biraz şeker ve suyu, kaynat azıcık, olsun sana incir tatlısı...Bu kadar basit yani.



  • 7-8 tane kuru incir
  • 1 kase ceviz
  • yarım su bardağı kadar şeker
  • yarım su bardağı su
  • yarım su bardağı süt

Tamamını sütten yapmak pek keyifli olmuyor çünkü süt kendini belli edebiliyor şekil olarak. Onun yerine bu şekilde karışım yaparak yada yalnızca su kullanarak daha başarılı bir sonuç elde edebilirsiniz.
Tencerenin tabanına içine ceviz doldurduğunuz incirleri sıralayın. Hatta sıkıştırın, gevşek kalmasınlar. Üzerine suyu ve şekeri gezdirip kapağını yarımca kapatın ve pişmeye bırakın. Yalnız dikkat edin kullandığınız tencereye göre değişiklik gösterir, o yüzden ölçünüz incirin yarısına kadar suyun gelmesi olsun, bu önemli bir ayrıntı! Şeker eriyip kıvam alana kadar pişirin bu sürede zaten incir de yumuşamış olacak.
Soğumasını bekleyin ve mevsime göre dondurma yada kaymakla servis edin, nefis olur. Tek başına da iyi iş çıkarıyor. Süper bişi işte! Afiyet olsun.

8 Kasım 2013 Cuma

Brokolili kiş

Uzuunca zaman sadece reçetelerini okumakla yetindim, uzak durdum, tedirgin biraz. Benimsemedim yani ilk bakışta, ne de sonraki bakışmalarda!
Ama zamanla göz attığım her yeni tarif beni heyecanlandırmaya başladı, aramızdaki soğukluk sona ermeye. Sebze, bol peynir, krema, hamur, bunların hepsi tam bana göreydi zaten, tam benlikti...Kolaycacıklığı da cabası!


Sonra da işte böyle...Öyle bi ısındık ki birbirimize, dolapta gördüğüm her malzemeye "senle nasıl bi kiş yapabiliriz ki acaba?" diye bakıyorummm. Ve sık sık da yeni tariflerle Serdar Bey ve Naz Hanım' ın karşısına çıkıyorum.

Hamuru için:

  • 2 su bardağı un
  • 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1 yemek kaşığı zeytinyağı
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Yarım su bardağı kadar ılık su
Üzeri için:
  • yarım kg brokoli
  • 1 tane kuru soğan
  • 1 tane kırmızı biber
  • 1 kase peynir (dilediğiniz peynir olabilir, evde ne varsa, en çok beyaz peynir ama...Kaşarın soğuyunca sertleşmesinden hazzetmiyorum şahsen)
  • 4 yumurta
  • 2 çay kaşığı kabartma tozu
  • tuz, karabiber
  • 1 su bardağı krema (evde yoksa biraz süt ve yoğurtla da bu işi çözebilirsiniz)
  • 3 yemek kaşığı un
Hamur için gerekli tüm malzemeleri biraraya getirin ve iyice yoğurun.
Hava almayacak şekilde streç filmle sarıp buzdolabına kaldırın ve en az iki saat dinlendirin.
Bu arada brokoliyi az miktar haşlayın. Suyunu süzün ve üzerine yarım ay şeklinde doğranmış soğanı ve biberleri ekleyin. Peyniri, kabartma tozunu, yumurtayı, kremayı, unu, tuzu ve biberi de ekleyip karışımı homojen hale getirin.
Dinlenen hamuru kalıptan biraz daha büyük olacak şekilde açın ve yağladığınız kalıba yerleştirin. Hamurun üzerine çatalla delikler açın ki, hamur kabarmasın.
Önceden ısınmış 160 derece fırında en çok on dakika hamuru pişirin.
Çıkan hamurun üzerine sebzeli karışımı dökün ve tekrar fırına verin, güzelce kızarana kadar yaklaşık 35- 40 dakika pişirin.


Çıkardığınızda biraz ılınıp, dinlenmesini bekleyin. Çay nefis bir eşlikçi oluyor kendisine...
Yeni kişlerde buluşmak üzere....
Büyük bir zevkle...



Bu da bizim bahçeden bugüne ait bir foto. Naz' la eve dönerken bahçemizdeki yeni keşfimiz...Bu muhteşem güzelliği nasıl her gün görmeden geçmişiz, anlamak güç. Hele yağmurdan sonra, üzerindeki su damlalarıyla nasıl güzel görünüyor, yıkanmış yıkanmış daha da bi güzelleşmiş sanki...



3 Kasım 2013 Pazar

Peynirli kıyır poğaça

Bazıları yumuşacıktır, lokmalar birbirini kovalar, yedikçe yiyesin gelir hani.
Bazıları ikinci güne kalmaya dayanamaz, tüm özelliğini kaybeder, yapıldığı gün tüketilmesi gerekir cinsten...
Bazısı da böyle kıyır kıyırdır, her daim taze!
Çocukluğumda bizim evde en çok yapılan tariflerden biriydi kendisi. Malzemeler de gayet basit ve hep ezberde. Bazen iç malzemesi hazırlamadan uzun tuzlu çubuk halinde hazırlardı annem. Ben onu daha çok severdim...Üzerine de bolca susam...



  • 250 gr tereyağ yada margarin
  • 1,5 çay bardağı sıvı yağ
  • 1 yumurta beyazı
  • 3 yemek kaşığı koyu kıvamlı yoğurt
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • 1 tatlı kaşığı şeker
  • 1 çay kaşığı karbonat
  • 3,5- 4 su bardağı kadar un
  • üzerine sürmek için 1 yumurta sarısı
İçi için:

  • 1 kase peynir ( lor peyniri, beyaz peynir...)
Üzerine:

  • mavi haşhaş, susam yada çörek otu
Oda sıcaklığındaki tereyağ ile sıvıyağı, yoğurdu, tuz ve şekeri iyice karıştırın.
Karbonatı ve unu ekleyin ve yumuşak bir kıvam alıp, ele yapışmayan bir hamur olana kadar iyice yoğurun.
Bu noktada 15 dakika gibi bir süre ile hamuru dinlendirmek şekil vermek açısından da iyi olacaktır.
Hamurdan ceviz büyüklüğünde bezeler kopartıp avuç içinizde açarak ortasına peynir koyun ve yarım ay şeklinde kapatın.
Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine koyduğunuz poğaçaların üzerine çırpılmış yumurta sarısı sürün.
Dilerseniz üzerine mavi haşhaş, susam yada çörek otu serpebilirsiniz.
180 derece önceden ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar pişirin.